[FAİK CAN-TR724.COM]
İman uhuvveti emreder. Hucûrat Sûresi 10. ayet-i celîle, “Mü’minler arasıdaki bağı ifade edecek en güzel ve doğru kelimenin kardeşlik” olduğunu ifade buyurur.
Bu yüzden imanla uhuvvet arasında telazum vardır. Hele bu iman, bir de mefkûre ve gaye-i hayal birliği ile perçinlenmişse kardeşlik bağına kuvvetli bir düğüm daha atılmış demektir. Böyle bir uhuvvette her ferdin uhrevi amellerinden hâsıl olan semereye diğer kardeşler de ortak olur.
Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri sahih bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Mü’minler birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet etme ve koruma hususunda bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer azalar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Aynı vücudun azaları olmanın tabii neticesidir bu. Gerçek kardeşlik, yekdiğerinin acısına uykuları kaçarcasına ortak olmak demektir.
‘IZDIRAP EN TESİRLİ DUADIR’
Üç yıldan fazla bir süredir hizmet insanları kesintisiz ve artarak devam eden bir zulme maruz kalıyor. Türlü şenâet ve denâetlerin sergilendiği bu süreçte kadınıyla erkeğiyle yüz binlerce masum, hapislere atıldı, malları, mülkleri gasp edildi, işinden, ekmeğinden oldu. Öğrenciler okullarını kaybetti. Pek çok kişi yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Kendini bu daireye ait hisseden hemen herkese ateş bir şekilde dokundu.
En ağır bedeli ise hapiste olanlar, işkence görenler, işkencede vefat edenler ve onların aileleri ödedi, ödüyor. Hapistekilere göre daha ehven şartlarda olanlara düşen, içeridekilerin ızdırabını yüreklerinde derinlemesine hissetmek ve onlara kesintisiz dua etmek. Bu nurani halkadaki her bir ferd, annesi babası aynı gün ölmüş gibi bir acıyı vicdanında yaşamalı. Vücudun büyük kısmına gelen bu musibetin sancısını iliklerine kadar hissetmeli. Vefasızlıktan, kardeşlerini unutmaktan ve kalbinin kurumasından korkmalı. “Izdırap en tesirli duadır. Izdırapsızlık ise, insana musallat olmuş büyük bir beladır.” hakikatini yüreğine kazımalı.
ÜLFETE KARŞI ÇARE ARAMALI
Sürecin uzamasıyla birlikte ilk günlerde hemen herkeste zirve yapan metafizik gerilim ve dua hassasiyeti sanki yerini yavaş yavaş ülfete, ızdırapsızlığa, duada gevşekliğe ve normalleşmeye bırakıyor. Hâlbuki Nebiler Sultanı, “Müslümanların dertleriyle hemdert olmayan, onlardan değildir” mealindeki üprertici ikazıyla, zor zamanlarda takınmamız gereken tavrı salıklıyor. Bizlere âdeta, “eğer gerçekten bu dairenin bir ferdi isen, kardeşlerinin derdini kendi derdin bilecek, ızdırapla iki büklüm olacaksın!” diyor. “Cenaze evinde def çalan görgüsüzler gibi davranmayacaksın! Yoksa ne sen bu vücudun bir azası olursun, ne de Müslümanların bir ferdi olarak kabul edilirsin!” buyuruyor.
Yaşanan felaket öyle büyük ki, mal veya can kayıplarından öte, İslam’ın nurlu geleceğine kara bir zift atılıyor. İyi eğitimli, ahlaklı, imanlı yüzbinlerce beyin, adeta soykırıma tabi tutulup yok edilmek isteniyor. İnsanlığın sulhü ve selameti için yıllardır gözyaşlarıyla sulanarak yetiştirilmiş fidanlar bir grup çapulcu serseri tarafından biçiliyor. Bütün bunlar karşısında sancılanmamak, ızdırar lisanıyla dua dua yalvarmamak en hafif tabiriyle gaflettir!
ŞEYTANA LANET OKUMAKTAN SALAVATA VAKİT BULAMAMAK
Sosyal medyada zalime tepki koymak, en sert eleştirileri sıralamak, yapılan zulümleri ortaya dökmek çok önemli bir iştir ama “şeytana lanet okumaktan salavat çekmeye fırsat bulamamak” gibi talihsizliklere de sebebiyet verebilir. Zalime ta’n ederken, mazlumu duada yâd etmemek vefasızlıktır. Yaşanan bunca felakete rağmen hala teheccüde kalkamamayı, iki rekât hacet namazı kılmamayı türlü mazeretler ardına saklanarak izah etmeye çalışmanın hiçbir inandırıcılığı yoktur.
Rabbimizin tez zamanda fereç ve mahreç lütfetmesi için günde en az bir tane Fetih Sûresi okumayan bir hizmet insanı, gözaltında işkenceyle şehit edilen Gökhan öğretmene, mahşer günü ne diyecektir! Ya da hem annesi hem babası tutuklanan down sendromlu, kalp hastası, iki yaşındaki Ayşe Sena’nın yüzüne bakabilecek midir?
İnternet ortamında farklı mecralardan yediklerini, içtiklerini, gezip gördüklerini umarsızca paylaşan dostlar, doğum yapar yapmaz gözaltına alınan anneleri, hapisteki eşini ziyaret için gittiği yerde tutuklanan bacıları ve geride bıraktıkları masum yavruları hiç düşünmezler mi!
Sabahlara kadar sel olup akan gözyaşlarının, uykusuz gecelerin ve ızdıraptan yanıp kavrulan bir sinenin hasılası olarak kalpten dile dökülen “Tevhidnâme” yi günde bir kere okuma zahmetine katlanmayan bir dava adamı (!) kendisini “Hocaefendi’nin talebesi” olarak sayacak mıdır?
Ashab-ı Bedir’i okumak, sırf burs verdiği için tutuklanan 80 yaşını aşmış Hacı Mustafa Türk ağabeye, Antalyalı Ramazan amcaya, Isparta Yalvaçlı Topal Hafız ağabeye ve daha onlarca hasta ve yaşlı mazluma vefamızın gereği değil midir?
Yurt dışına çıkmak zorunda kalıp ailesini yanında götüremeyen, kendi bir yerde, çocukları bir yerde, eşi başka bir yerde aylardır kavuşmayı bekleyen muhacirler, hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam eden kardeşlerini gördüklerinde neler hissediyordur!
ÜMİT EDİYORUM…
Biliyorum, hizmet insanlarının kahir ekseriyeti bahsettiğim gibi bir gafletin içinde değiller… İnanıyorum, “Benim ihmallerimden, tembelliğimden, vurdumduymazlığımdan dolayı bu süreç bir gün bile uzarsa, o bir günün hesabını ahirette veremem; yüzbinlerce mazlumun hakkını yemiş olurum” hassasiyeti gönüllerde hala canlıdır… Ve ümit ediyorum, kendini bu hizmetin bir ferdi kabul eden herkes Abdülkadir Geylânî ve İmam Şazilî hazretlerinin “Hizbu’n-Nasr” dualarını okuyordur… Her duasında mağdurları, mazlumları, mahpusları, mehcurları ve asrın dertlisini yâd ediyordur… Kulubu’d-Dâria’ları aynı heyecanla paylaşıyordur… Cevşeni hem kendine hem kardeşlerine zırh yapıyordur… Aksi bir ihtimal, ağır bir vebal demektir.Kim bilir belki de şu meşhur “özeleştirimize” buradan başlamamız gerekiyor!