KEMAL AY-TR724.COM
HDP Milletvekili Garo Paylan önceki gün şöyle bir bilgi paylaştı kamuoyuyla:“Başta Almanya olmak üzere Avrupa’da yaşayan Türkiyeli Alevi ve Ermeni toplumları temsilcileri ve AKP iktidarında ülkeyi terk etmek zorunda kalmış gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, kanaat önderlerine yönelik eylem hazırlığı içinde olan grupların, ses getirecek bir eylem için harekete geçtiği bilgisi tarafıma ulaştı.”
Bu türlü bir eylemin amacının ne olduğunu da Paylan veciz bir biçimde ifade etmiş:
“Kendi ülkesinde özgürce yazamayan, konuşamayan aydınlarımıza, gazetecilerimize ‘Siz nerede olursanız olun, size susturmayı biliriz’ mi denmek isteniyor? Yoksa yine bu iklimden faydalanmak isteyen derin güçler mi harekete geçti?”
YAKIN TARİHTE ÖRNEKLERİ VAR
Avrupa’nın yakın tarihinde maalesef bu tür eylemler sıklıkla görülüyor. Özellikle Ortadoğu rejimlerinin siyasî suikastları, Avrupa için yeni bir şey değil. Daha geçtiğimiz gün, 12 Aralık’ta İranlı Arap bir aktivist olan Ahmad Mola Nissi (52) Hollanda’daki evinin önünde öldürüldü. Reuters’e açıklama yapan kızı, 1990’lardaki cinayet serilerinin bir devamı olarak niteledi bu cinayeti. Nitekim Ahmad Mola Nissi, İran’ın petrol zengini bölgelerinden Huzistan eyaletinin bağımsızlığı için mücadele eden bir siyasî aktivistti.
Ancak İran’ın Avrupa’daki suikastları bununla sınırlı değil. 1979’daki devrimden sonra Avrupa’ya sığınan çok sayıda İranlı, çeşitli şekillerde öldürüldü. İran’ın yeni rejimi böylece kendi halkına gözdağı, yurt dışındaki muhaliflere de susmaları için bir mesaj vermiş oldu. (Bu arada İran rejiminin muhalifleri arasından da suikastlar yapan, belirli İranlı diplomat ya da parti üyelerini öldürenler vardı.)
Yani Garo Paylan’ın paylaştığı bilgiler, ‘şaşırtıcı’ ya da ‘Bu kadar da olmaz!’ dedirtecek şeyler değil. Bunu, Avrupa ülkelerindeki güvenlik bürokrasisi de biliyor. Hatta Türkiye’nin bu konuda yakın zamanda yaşadığı bir örnek de var. Fransa’daki üç PKK’lı kadın yöneticinin öldürülmesi, her ne kadar ‘örgüt içi hesaplaşma’ olarak sunulsa da, katilin MİT’le irtibatları ortaya çıkmıştı. Nitekim katil Ömer Güney de, Fransa’daki hapishane hücresinde öldü.
PERVASIZLAŞMANIN SEBEPLERİ
Burada asıl dikkat çekilmesi gereken husus şu: Devletler, neden bu kadar pervasızlaşabiliyor? Cevabı basit. Yurt içinde kendilerini durduracak hiçbir güç kalmayınca, uluslararası arenada bir şekilde ‘aklanabileceklerini’ biliyorlar. Neticede öyle veya böyle küreselleşen bir dünyada Batılı demokrasiler, kendilerine ‘komşu’ olan Ortadoğulu ülkelerle çalışmak durumunda. İran rejiminin ‘kendini kabul ettirme biçimi’ diyebileceğimiz ‘agresif tavrı’ ve Rusya’nın son yıllarda yaptığı bütün ‘şımarıklıkların’ yanına kâr kalması, pervasızlığı da arttıran bir etken.
Yani aslında ‘Yapabilirler mi?’ diye sormak abes. Giderek artan nefret ve şiddet söylemleri, muhatapların ‘hain’ ilan edilerek ‘insan değiller’ noktasında kabul görmesi, hatta sürekli tekrar edilen ‘Katli vaciptir’ nevinden ‘din referanslı’ laflar, Avrupa’daki AKP destekçilerini kolaylıkla radikalleştirebilir. Hatta daha da ilerisini söylemek gerekirse, yerel suç örgütleriyle irtibata geçilip ‘taşeron’ suikastçılar bile kullanabilirler. Cem Küçük’le Fuat Uğur’un programında, ‘Cemaat artık Rusya’nın da problemidir’ diyerek, nasıl böyle bir eylemi havale etmeye çalıştıklarını hatırlayın.
ÇARESİZLİĞİN DIŞAVURUMU
Elbette bu söylemlerin bir kısmı hayal gücünün ürünü. Garo Paylan’ın da söylediği gibi Avrupa’daki güvenlik birimleri konuyla ilgili muhtemelen önlemler alacaktır. İstihbaratlar, daha önceden bu türlü ilişkilere girebileceğini öngördükleri kimseleri takip edecektir. Hedef olabilecek isimler ve kurumlar, belli belirsiz bir koruma altına alınacaktır. Ancak şu noktadan sonra, bir kişinin bile burnu kanasa, bunun Türkiye’deki AKP rejiminin sorumluluk hanesine yazılacağını da bilmek gerekir.
Herkes İran’ın devrimden sonra ‘askerî’ anlamda bölgede etkin olduğunu konuşuyor fakat İran halkının o günden bugüne nasıl yoksullaştığını, en parlak beyinlerinin yurt dışına çıkmak zorunda kaldığını, uluslararası arenada yalnızlaşmanın ekonomik bedelleri olduğunu pek hatırlatan yok. Çünkü ‘güç’ aldatıcı bir şeydir, hiç tükenmeyecek sanırsınız ama zamanla onu kaybedersiniz. Bu da sizi daha da öfkelendirir. Sürekli daha büyük yanlışlar yapar ve kendi kendinizi tüketirsiniz.
AKP rejimi gerçekten de Avrupa’da yaşayan destekçilerinin hayatlarını zindana çevirebilecek, Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı kurumların kapanmasına kadar varabilecek bir tektonik hareketi tetikleyecek kadar çaresiz durumda mı? Buradan bakınca öyle görünüyor…