Kerim Balcı-tr724,com
Benim de kafam karışık, hem de bir hayli. Ama kendi bulunduğum yer hakkında değil bu kafa karışıklığı. Ne Hizmetimizin temel umdelerinin doğruluğu hakkında en ufacık bir tereddüdüm var, ne de yokken var olmuş bu davanın, düştüğü yerden muazzam bir sıçrayışla yeniden şahlanacağı konusunda en küçük bir ümitsizliğim… Benim kafam, solcular, sosyalistler, enternasyonalistler hakkında karışık.
Aynı dini kaynaktan beslenen insanların bazılarının Mevlana, bazılarının Haccac, bazılarının beliğüzzaman, bazılarının belaüzzaman olmaları karşısında kafam karışmadı hiç. Çünkü aşkın bir inanca, sınırsız yoruma açık bir kutsal kitaba dayanan dini geleneklerin tabiatı buna müsaittir. Bir de Fransız Annales Okulu’ndan tarihçilerin Longue Durée dedikleri şey var: Uzun zaman… Bunun bizdeki karşılığının dehr olduğuna inandım hep. Allah’tan korkmaz müşrikler bile dehrin kendilerini silip süpürecek gücünü inkar edememişlerdi. O muazzam dönüştürücü güç dini de, dindarı da vadilerden vadilere sürükleyebiliyor… Şaşırtmıyor beni…
Çoğu Aydınlanma Döneminin evlatları olan ve neredeyse tamamı 20 yüzyılda bir de neo/yeni versiyonlarını türeten ideolojiler işte bu Longue Durée’nin cenderesinden geçmedikleri için aynı ideolojik kaynaktan beslenip de birbirlerinden bu kadar farklı, insan ve insan hakları konularına bakışları konusunda böylesi taban tabana zıt duruşlar sergileyen duruşlar nasıl ortaya çıkabildi? Beni bu şaşırtıyor.
Bu ulusolcular, solun neresinden, nasıl çıktılar? Sözcü yazarları Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil, Halk TV’nin canlı yayınında Altan Kardeşlere ve Nazlı Ilıcak’a verilen ömür boyu hapis cezasını eleştirmeye kalkışmışlar da stüdyoda hazır bulunan, herhalde orada olduklarında göre Kemalist-Laik-Ulusalcı gelenekten olmaları muhtemel birileri, “Yanlış konuşuyorsunuz! Yatsınlar!” diye slogan atmış.
Dündar ve Özdil’in aynı mahkemece aynı cezaya çarptırılmış ve fikir ifade etmek ve yazı yazmak suç ilan edilse bile suçluluklarına hükmedilemeyecek kadar masum (ikisi de yazar değiller, konuşma yapmazlar, sakıncalı tweet’leri yok), hatta cezalandırılmalarına yol açan o gülümseyen bebek reklamındaki bebek kadar masum olan Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek’i zikretmemiş olmaları şaşırtmıyor beni. Biz zaten zenciyiz. Ama Altanlar beyaz be kardeşim!
VİCDANLI BİRİLERİNİ GÖRÜNCE ŞAŞIRIYORUM
Şunu anlıyorum: “Bunlar silinip gitsin, sonra da Erdoğan ve avanesini sileriz… Sonra gelsin bin yıllık Jakoben Kemalist Laikçi iktidarımız. 28 Şubat bin yıl sürecek demiştik, sürecek!” faydacılığıyla meseleye bakıyorlar. Makyavelizmin, Stalinizmin, Nasyonel Sosyalizmin acayip bir karması… Tamam, bu solculuktur ve solcular böyledir diyelim. O zaman Oya Baydar’ı, Baskın Oran’ı, Ayşe Düzkan’ı nasıl açıklayacağız? Bu isimler vicdanlı duruşlarını solculuğun ideolojik kaynakları dışında bir yerden mi aldılar?
Özetle benim kafa karışıklığım, vicdansız birilerini görünce oluşmuyor; vicdanlı kalabilmiş birilerini görünce şaşırıyorum. Ve şu soruyu ister istemez soruyorum kendime: Ahmet Altan’a mahkemedeki o dik duruş iradesini veren şey benim dinim değil; benim ilahi beyanla teyit altına alınmış değerlerim değil… Oya Baydar’ı, Ayşe Düzkan’ı, Baskın Oran’ı ve daha bu dönemde keşfettiğim solcu ve sosyalist görüşlü bir dizi vicdanlı yazarı böyle korkusuz ve böyle prensipli kılan profan ama saygıya layık bu değerler nereden besleniyor? Ve ben — kimseyi suçlamıyorum, sadece ben — soldaki bu insani yöne karşı nasıl oldu da bu kadar bigane kalabildim?
Hiç öyle Yeşil Sosyalizm, Nurcu Solcu filan gibi oksimoronlar arayışında değilim. Anti-Kapitalist Müslümanlar da komik geliyor bana, niye bir Müslüman Demokratlar hareketi çıkmadı diyenler de… Fakat herkes İslam’ı benim benimsediğim gibi benimsemiyor ve benimsemek zorunda da değil. Solda insan haklarına saygılı, vicdanlı bir damar varsa bu damar, bana lazım olduğu için değil, sola lazım olduğu için, insanlığa lazım olduğu için dikkatimi çekmeliydi benim. Şimdilerde bu damarın neden bu kadar zayıflamış olduğunu da — ya da belki benim bilgim zayıf — sorgulamalıydım.
Kudüs’te yaşadığım ve yalnızlığın en insafsızını yaşadığım günlerde hüsn-ü kabul görmediğim konsolosluğumuzun önünden geçerken bile içimi bir huzur kaplardı. Benden bir şey, bana sıcak gelen bir şey vardı orada. Solun vicdanlılarını okumak, keşfetmek öyle keyif veriyor bana bugünlerde… Olmayan bir şeyi bulmanın şaşkınlığı değil, bana bu kadar benzeyen bir duruşun, kolaylıkla ben de böyle düşünüyorum diyebileceğim bir görüşün benden bu kadar farklı insanlar tarafından telaffuz edildiğini görmenin sıcaklığı… Gecikmişliğin pişmanlığı, bu keşfi ne yapacağımı, nereye koyacağımı bilememenin kafa karışıklığı… Öyle bir şey işte…