Artıgerçek.com’un Yazarı Ömer Faruk Gergerlioğlu, AKK iktidarınca yürütülen baskı, zulüm ve insanlıkdışı uygulamalrı dile getirmeye devam ediyor. Yazar Gergerlioğlu, Öğretmen Halime Gülsu’nun cezaevinde yaşadığı dramı, “2.Gökhan Açıkkollu vakası” olarak nitelendirdi. Gergerlioğlu; ” Özgürlüğünden yoksun bırakılmış hasta mahpusların yaşadığı büyük sıkıntılar ne mi olur sanırsınız? Hasta tutuklu Halime Gülsu bize bu sıkıntıların sonunun ne olacağını gösterdi.”
İşte Gergerlioğlu’nun o yazısı:
Ülkede yoğun bir seçim gündemi yaşanıyor. Ama devlet güvencesinde olması gereken cezaevindeki hasta bir tutuklu muhtemel bir büyük ihmal sonucu ölüyorsa o ülkede en önemli konu mağdurun hikayesidir. Göz göre göre gelen kazalar vardır, ardında büyük ihmaller vardır. Göz göre göre gelen ölümler vardır, ardında büyük değersizleştirmeler vardır. Özgürlüğünden yoksun bırakılmış hasta mahpusların yaşadığı büyük sıkıntılar ne mi olur sanırsınız? İşte geçtiğimiz gün hasta tutuklu Halime Gülsu bize bu sıkıntıların sonunun ne olacağını gösterdi. Cumartesi sabahı şok bir ölüm haberiyle uyandık. Halime Gülsu muhtemel bir değersizleştirmeler, hafife almalar, ihmaller, görevi kötüye kullanmalar silsilesi sonucu cezaevinde vefat etti.
Halime Gülsu’nun büyük bir şok yaşamış, çok üzgün abileriyle görüştüm. Halime Gülsu, ender görülen ağır, kronik bir hastalığa tutulmuştu, sistemik lupus eritematozus hastasıydı. 8 yaşında yakalandığı hastalık için ciddi bir tedavi görüyordu. Gaziantep Üniversitesi İngilizce bölümünü bitirmiş ve bir müddet Gülen grubu kolejlerinde öğretmenlik yapmıştı. 34 yaşındaydı, hastaydı, bekardı, babası ölmüştü evde yaşlı annesine bakıyordu. Kolejlerin kapanmasından sonra çalışmıyordu. Sağlık durumu raporlu ilaçlarını kullandığı müddetçe iyiydi ama kendisine azami dikkat etmesi gereken bir hastalığı olduğunu biliyor ve kontrollerini aksatmıyordu.
Halime Öğretmen çalışmıyordu ama KHK ile işinden atılan ailelere çok üzülüyordu. Evinde içli köfte yapıp satarak bu ailelere destek olmaya çalışıyordu. Yanlış okumuyorsunuz, işte bunu yaptığından, yani muhtaç aileler için içli köfte yapma suçundan (!) ilkönce 15 gün gözaltına alındı ardından tutuklanarak Mersin cezaevine gönderildi. Kardeşleri gözaltı süresince hasta kardeşleriyle görüşemediklerini ilaçlarını hemen ilettikleri halde hastaya ilaçlarının verilmediğini bir başka tahliye olmuş hapishane arkadaşını şahit tutarak iddia ediyorlar. Gözaltı koşullarının hasta bir insana göre olmadığını hepimiz biliyoruz. Abisi gözaltı sonrası mahkemeye çıkarılması ve Tarsus cezaevine gönderilmesinden çok sonra haberdar edildiklerini ve bu değersizleştirmeye çok üzüldüklerini söylüyor. Uğradığı kötü muamele, işkence olup olmadığını bilmiyoruz.
Abisi Metin bey gözaltındayken ilaçlarını kullanması için raporlarını da verdiğini ancak raporların kaybolduğunu öğrendiğini söylüyor. Muhtemelen cezaevi idaresi bu yüzden ilaçlarını vermiyor. Ancak bunlar skandallar zincirinin ilk halkaları, sonrasında daha da tüyler ürpertici haller var. Cezaevinde kaybolan raporlar ve ilaç kullanamama muammasını çözme düşüncesiyle hasta Tarsus hastanesine sevkedilir, orada yapılan sıradan bir muayenede hastaya yıllardır çektiği bu hastalığın onda olmadığı söylenir. Bu inanılmaz bir durumdur. Kardeşi tekrar raporunu cezaevine götürür ve düzensiz kullanılan ilaca tekrar başlanabilir. Ancak böylesi zor bir hastalıkla boğuşan bir hasta için sadece ilaçlarını kullanması yeterli değildir. Sağlıklı bir ortam, en başta gelenidir. SLE hastalarını bir doktor olarak bilirim ve çok acırım zira hastalık sadece vücudun bir yerini değil, sistemik olduğu için tüm organları etkiler ve ilerleyicidir. Yaşam eziyet doludur, kullanılan ilaçlar vücudun bağışıklık sistemini etkiler ve en ufak olumsuz ortamda hastalık kötüleşebilir.
Halime Öğretmen, 12 kişilik koğuşta 21 kişi kalıyordu, kadın tutsaklar arasında 3 çocuk da vardı. Yerlerde yatan mahpusların olduğu çok sağlıksız bir ortamdı orası. Bazen bir çocuğun hastalığı tüm koğuşu etkiliyor, topluca hastaneye kaldırılıyorlardı. Cezaevi insan hakları standartlarına aykırı bir ortamda Halime Öğretmen çok zorlanıyordu. Kapalı, boğucu, sağlığa aykırı kalabalıktaki koğuş ortamında gittikçe kötüleştiğini hissediyordu. Abisi en son onu 25 Nisan günü ziyaret ediyor ve çok kötü olduğunu gözlemliyordu. Mersin Şehir Hastanesi Romatoloji bölümünde o gün muayeneden gelen Halime Öğretmen hastaneden gelmesine rağmen çok bitkindi. ” Abi ben kötüyüm, çok kötüyüm” demişti Halime Öğretmen. Yemek yiyemeyen, zayıflamış, dudakları morarmış bir kardeş görüntüsü karşısında hemen ona yiyecek bulmaya çalışmıştı abisi. Ancak ayrıldıktan sonra hasta fenalaşıyor, solunumu duruyor, koğuştakilerin ilk müdahalesi sonrası cezaevi revirine kaldırılıyordu. Halime Öğretmen tüm ölüm sinyallerini veriyor ama yapılması gereken yapılmıyordu. Bu hastanın acilen yoğun bakıma kaldırılması gerekiyordu. Zira sonraki otopsi raporunda belirtildiği üzere kalp ve böbrek patolojisi ve yetmezliği bulguları vardı. Bir doktor olarak dinlediğim klinik durum ve ön otopsi raporuna göre yaptığım tahmin, çok ihmal edilmiş bir durumu gösteriyor. Kardeşi bile ondaki siyanozu görmüş ama ciddiyeti fark etmesi gerekenler gerekeni yapmamıştı. Zira bu hastalıkta iyi tedavi sağlanmadığı zamanlar kalp zarları arasında sıvı birikir ve bu da kalbi ve solunumu zorlar. Bu yüzden tansiyon düşer. Ancak yoğun bakım yerine cezaevi revirinde geçiştirilen hastaya sadece tansiyon yükseltici serumlar takılmış. Geçiştirici tedavi yerine perikardial sıvıya yönelik müdahaleler yoğun bakımda olsaydı hayat kurtarıcı olurdu. Ama bunun peşine düşen kim var ki? İkinci kez solunumu duran yine koğuştakiler sayesinde hayata dönen hasta, yine yoğun bakıma kaldırılmıyor ve cezaevi revirinden koğuşa gönderiliyordu.
Cuma gecesi kardeşi Zübeyir Gülsu Twitter’da feryat ediyordu, oradan gördüm. Bir doktor ve insan hakları aktivisti olarak çizilen tablonun dehşet verici olduğunu gördüğüm için saniyesinde tvitler attım, yetkilileri uyardım. Ama her zaman olduğu gibi taş duvarlara sesleniyordum. Duymuyor, görmüyor, hissetmiyorlardı. Sabah kalkıp twitter’a baktığımda çok geçti artık, ölüm haberiyle beynimden vuruldum. Halime Öğretmen artık dayanamamıştı. Kardeşi Zübeyir Gülsu acı sonu bildiriyordu. “Kardeşim Halime Gülsu bu gece vefat etti…Başımız sağolsun…bir hesap daha ahirete kaldı,sorumluluğunu yerine getirmeyenlere hukuk önünde allahın izniyle hesap soracağız. Kardeşime kıydılar…göz göre göre öldürdüler…raporu olmasına rağmen tedavisini engellediler…iki cihanda da ellerimiz yakalarında olacak…yarın rahmanın huzurunda hesaplaşacağız tüm sorumlularla. Babam 2.5 sene önce vefat etti,şimdide gözümüzün nuru biricik kızkardeşimiz devlet tarafından hiçbir suçu olmadığı halde cezaevine konuldu ve bilinçli bir şekilde ölmesine göz yumuldu, elimiz kolumuz bağlı, yurtdışındayız cenazesine gidemiyoruz, annemin hala haberi yok, içimiz yanıyor.” Halime Öğretmen göz göre göre vefat etmişti. Muhtemelen cezaevinde vefat etmiş, cesedi hastaneye götürülmüştü. Bu kişinin cesedi değil, ağır hasta olduğu dönemde canlı bedeni hastane yoğun bakıma götürülmeliydi.
Bu vakalara yabancı değiliz. Halime Öğretmen 2. Gökhan Açıkkollu vakasıdır. Aynı cezaevinde bir başka suç isnadından 78 yaşında çok hasta Sise nine’nin de olduğunu biliyoruz. Ağır hasta, hastaneye götürülürken cezaevi araçlarında uzun süre beklemelerde altına kaçıran bir kişi Sise nine. Ayıptır, utanç verici hallerdir bunlar. Siyasi kimlikleri ne olursa olsun hakları ve özgürlükleri güçlü olanın insafında olanın yanında olmak, bir insanlık görevidir. Cezaevleri yargının cezalandırdığı ama kişilerin devlet güvencesi altında tutulduğu yerlerdir. Devlet, bu ceza dışında mahpusun tüm insan hakları ihlallerinden sorumlu olandır. İçerideki hangi suç isnadından orada olursa olsun, devletin güvencesi altındaki insanlara karşı yükümlülükleri vardır.
Kardeşleri hukuki takibe başlayacaklarını söylüyor. Ancak umutlu değilim, 2 yıla yaklaşan Gökhan Açıkkollu ölümü var ve hiçbir hukuki ilerleme yok, sümenaltı etme var. Her gün birileri kaçırılıyor, hem de başkentin göbeğinde ve bunların esrar perdesi kaldırılmıyor. Halime Öğretmen cezaevlerinde yerlerde yatan mahpusların, hasta tutukluların, mahkumların ne yaşadığının acı bir göstergesidir. Halime Öğretmen, binlerce hasta tutuklunun cezaevlerinde ne yaşadığının somut bir son halidir. Ne kesin otopsi raporu var ne de yetkililerden bir açıklama, bekliyoruz. Tüm adli ve tıbbi raporlar incelenmeli ve sorumlular açıklama yapmalıdır. Daha nasıl feryat edeceğimi bilemiyorum. Hiç tanımadığım bu insanlara yapılanlar karşısında isyan ederken toplumun büyük bir bölümünün bu vakaları hiç umursamadığını, normalleştirdiğini görmek ise en acı olanı.
Cezaevlerinde binlerce hasta tutuklu var ve yargı, bunların ağır hallerini hiç umursamıyor. Hasta tutukluların sayısı ancak ölümleriyle azalacak sanırım(!) Çünkü onları oradan çıkarmaya hiç kimsenin niyeti yok ve durumları her geçen gün kötüleşiyor. Zira cezaevleri ağzına kadar dolu, şartlar insan hakları standartlarının dışında ve çok kötü, en az 20.000 cezaevi kapasitesi üstü mahpus var.
Halime Öğretmen’in ölümü büyük bir skandaldır. Normal bir hukuk devletinde Adalet Bakanı’nın istifasını bile gerektiren bir durumdur. Bir insanın canının üstünde hiçbir şey tanımıyorum. Ortada çok açık bir değersizleştirme, ihmal görüntüsü var, kasıt konusu ise ayrıca araştırılmalıdır. İhlallerin baştan sona adil bir yargı ortamında tespit edilmesi ve baştan sona tüm sorumluların yargılanması gerekiyor. Aile, konunun peşini bırakmayacaklarını bu dünyada hukuki hesabı soracağını belirtiyor. Halime Öğretmen Pazar günü Mersin Güneykent mezarlığında kılınan cenaze namazını müteakip toprağa verildi. Bedeni ve ruhu huzur bulmuştur inşaallah, çünkü bu dünyada o ve onun gibi mazlumlara çileden başkası yok.