Süleyman Sargın-tr724.com
Şükürler olsun ki bir Ramazan’a daha kavuştuk. Elbette son üç beş senedir Ramazan’lar yüzbinlerce insan için çok farklı bir zeminde ve atmosferde yaşanıyor.
Kiminin zindanına ışık, kiminin gurbetine sıla oluyor Ramazan. Mazlumiyetler ve mağduriyetler ağında nurdan bir helezon gibi, kırık kalplere rahmetin yağmasına vesile kutlu bir zaman dilimi aynı zamanda. Bunu Rabbimizin bize en büyük armağanlarından saymak ve O’na biraz daha yaklaşmaya, kendimizi O’na ifade etmeye ve kulluk denen yüce payeyi vicdanımızda hissetmeye vesile kabul etmek gerekir.
Ramazan’ın en önemli hususiyeti Kur’an’ın bu ayda inmeye başlaması ve yine nüzulünün bu ayda nihayet bulmasıdır. Mütekellim-i Ezelî’nin kullarına hitap etmek için bu ayı seçmesinde elbette sayısız hikmetler olmalıdır. Madem ki Kur’an-ı Hakîm Ramazan ayında inmeye başlamış, bize düşen o semavi hitabı en güzel şekilde karşılamaktır. Bunun için nefsimizin bayağı ve aşağılık isteklerinden ve mâlâyani işlerden uzaklaşmak gerekir.
Rabbimiz oruçla bize günlük helallerimizi de yasaklıyor. Her gün yediğimiz yemeği, içtiğimiz suyu ve bedeni başka arzularımızı oruç zamanı hayatımızdan çıkarmamızı istiyor. Normal hayatta hiçbir mahzuru olmayan bu rutinleri terk ettirerek nefsimize karşı ruhumuzun ve kalbimizin güçlenmesini murad buyuruyor. Bu şekilde bizim bir nevi ruhânîleşip melek vaziyetine girmemizi istiyor. Bunu başarabilen insan ruhen Kur’anla buluşmaya ve hem-dem olmaya hazır hale gelir. Seviyesine göre Kur’an’ı yeni nazil oluyor gibi okuyabilir ve ondaki ilahi hitapları on dört asır öncesindeki nuzûlü esnasında dinliyor gibi bir atmosferi yaşayabilir.
Kur’an’a bu şekilde ruhen ve mânen hazırlandıktan sonra yapılması gereken şey, Kur’an’ı okumak ve anlamaya çalışmaktır. Ramazan’ın manevi atmosferi normal zamana göre kat kat fazlasıyla Kur’an’ı anlamamıza müsait bir zemindir. Mukabele, Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselam) her Ramazan’da Hazreti Cebrail (aleyhisselam) ile icra ettikleri bir sünnettir. Mukabeleden murad ise sadece Kur’an’ın lafzını tekrar etmek değil, manasını da anlamaya çalışmak olmalıdır. Muhterem Hocamızın uzun yıllardır bizzat uyguladığı, tavsiye ettiği ve bu haftaki Bamteli’nde üzerinde durduğu gibi mukabeleyi bir tefsir veya en azından bir meal eşliğinde takip etmek büyük manevi feyizlere kapı açacaktır.
Ayrıca Ramazan’da amellerin sevabı birden bine çıkar. Ramazan dışındaki zamanlarda okunan Kur’an’ın her harfine Rabb-i Rahimimiz on sevap verir ve her bir harf, okuyana on cennet meyvesi getirir. Bediüzzamanın ifadesiyle “Ramazan-ı Şerif’te her bir harfin on değil bin ve Âyetü’l-Kürsî gibi ayetlerin her bir harfi binler ve Ramazan-ı Şerif’in Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadir’de otuzbin hasene sayılır.”
Oruç sadece bedene ait bir ibadet değildir
Oruç Rabbimiz tarafından “O Benim içindir ve mükâfatını Ben vereceğim” ifadeleriyle tebcil edildiğinden sadece bedene ait bir ibadet değildir. Oruç ruha kemal kazandıran ve insanı gerçek insanlık ufkuna ulaştıran en önemli vesilelerdendir. Kulun Allah’la münasebetinde ve Allah’a yaklaşmasında çok kilit bir role sahiptir. Bu sebeple orucun en mükemmeli sadece mideye değil göze, kulağa, dile, kalbe, hayale, düşünceye, tasavvura ve bütün duygulara oruç tutturmaktır. Bunun yolu da onları haramlardan ve hatta lüzumsuz meşgalelerden kurtarıp her birini kendine has bir kulluğa sevk etmektir.
Ramazan’ın manevi atmosferinden akıldan daha çok kalb istifade eder. Bu ayda müminler derecelerine göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere ve manevi sevinçlere mazhar olurlar. İnsanın gerçek mahiyetinin temel unsurları olan kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ gibi latifelerin bu mübarek ayın feyzinden çok büyük hisseleri vardır. Midemiz ve cismaniyetimiz bir kısım mahrumiyetlerden dolayı ağlasa da insanı insan yapan hakiki mahiyetimiz bu durumdan çok memnun ve mutlu olur.
Açlık bütün inanç sistemlerinde nefsin terbiyesi ve ruhun kemali adına çok önemli kabul edilir. Tasavvuf kitapları nefsini açlıkla terbiye eden kâmil insanların gerçek hayat hikâyeleriyle doludur. Ramazanda da insan nefsi bir çeşit perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Çünkü benlik, enaniyet veya ego olarak da tanımlayabileceğimiz nefis en çok kendini sever ve kendini önemser. Bundan dolayı Rabbini bile tanımak istemez. Bir firavun gibi kendi rububiyetini arzular.
Açlıktan başka hiçbir şey nefsin bu damarını kıramaz, ona aczini, zaafını, fakrını gösterip kul olduğuna ikna edemez. Üstadımızın da Risaleler’de yer verdiği Cenab-ı Hak ile nefis arasında geçen şu diyalog maksadın anlaşılmasına yetecek açıklıktadır. Buna göre, Cenab-ı Hak nefse demiş ki, “Ben kimim ve sen nesin?” Nefis büyük bir kibirle “Ben benim, Sen Sensin!” diye cevap vermiş. Cenab-ı Hak onun bu damarını kırmak için azap vermiş, cehenneme atmış, zincirlere vurmuş ve sonra yine aynı soruyu sormuş. Nefis aynı küstahlıkta “Ene ene, ente ente” diye cevap vermiş. Hangi çeşit azaba çarptırdıysa onu enaniyetten vazgeçirememiş. En sonunda nefsi uzun süre aç bırakmış. Yine sormuş, “Men ene ve mâ ente?” Nefis bu sefer perişan ve kuyruğunu kısmış bir vaziyette “Ente Rabbiye’r-Rahîm ve ene abdüke’l-aciz- Sen benim Rabb-i Rahîmimsin ben ise senin aciz kulunum” diye cevap vermiş.
Madem açlık bu kadar önemlidir ve Ramazan’daki orucun hikmetlerinden biri nefsi açlık vesilesiyle terbiye edip ona söz geçirecek bir kıvama gelmemizdir, öyleyse Ramazan sofralarında tıka basa yemekten uzak durulmalıdır. Mükellef sofralar, ölçüsüz iftar davetleri hele de sayısız mahrumiyetin yaşandığı bu zamanda hem vebaldir hem de orucun manasına terstir. Elbette iftarda misafir ağırlamak Ramazan’ın güzelliklerinden sevaplı bir iştir. Ancak böylesine sevaplı bir işi israfla, lüzumsuz harcama ve tıka basa yemekle günaha dönüştürmemek gerekir. Zamanın ruhuna uygun, sade, mütevazi ve doymadan kalkacağımız sofralarda iftar yapmak oruçtaki murad-ı ilâhiyi yakalamamız adına olmazsa olmaz önemde bir husustur.
Kadir Gecesi ne zaman?
Ramazan aynı zamanda çok bereketli bir dua mevsimidir. Birbirine manevi bağlarla bağlı ekserisi mazlum, mağdur, garib, muhacir ve mahpus yüzbinlerin arasındaki en büyük müşterek, birbirlerine yapacakları dualardır. Her gün dualarımızda başta Hocaefendi olmak üzere mazlum, mağdur ve mahpus kardeşlerimizi zikretmek yüzbinlerin iştirak ettiği manevi şirketten hissedar olmak demektir. Aralarında Hocamızın da bulunduğu yüzbinlerce kalbi kırıktan bir tanesinin bile Ramazan’ı, orucu ve duaları kabul olsa, kalanların hepsi o şirketten derecesine göre nasipdar olacaktır. Kim bilir hangi zindanın kuytusunda yapılan içten bir yakarışa, ya da yeryüzünün hangi köşesinde gurbetin ateşiyle kebab olmuş bir sinenin âhına Rabbimiz icabet edecektir! Üstad Hazretleri bu şirket-i maneviye vurgu yaptıktan sonra talebelerine “En zayıf ve en ağır yükü bulunan bu hasta kardeşinize de dua ile elbette manevi yardım edersiniz.” ricasında bulunuyor. Biz de içimizde yükü en ağır olan Hocamıza her zaman olduğu gibi hususiyle bu mübarek ayda dualarımızla çokça yardım etmeliyiz.
Ramazan’ın önemli hususiyetlerinden biri de içinde “Bin aydan hayırlı” Kadir Gecesi’ni gizlemesidir. Bu hususiyetiyle Ramazan ayının kendisi de ömür içinde bir Kadir Gecesi gibidir ki muvaffak olanın ömrüne ömür katar. Bu ayın her dakikası bir gündür, her saati iki ay, her günü birkaç sene kıymetindedir. O yüzden bu kutlu ayın her gecesi Kadir Gecesi olabilir. Bu şuurla idrak edilmeyen Ramazan’da Kadir Gecesini tek bir gecenin içine sığıdırma gayreti beklenen neticeyi vermeyecektir.
Bu kadar önemli bir ayı hakkıyla değerlendirmek, kalbi, ruhu, zihni ve sair latifeleri fuzuli ve mâlâyâni şeylerden uzak tutmakla mümkündür. Bu ise başta sosyal medya olmak üzere zihni yoran, kalbi kirleten her türlü araçtan uzak durmayı gerektirir. Gelin hiç olmazsa bu Ramazan vesilesiyle kendimizi bir nevi uzlete alalım ve sosyal medyadan, telefonlardan, televizyonlardan uzak duralım. Üstadımız bile “Ramazan-ı şerifteki kıymettar vakitleri radyonun mâlâyâniyatıyla zayi etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi!” demiyor mu! (Emirdağ lahikası-1/s. 51)