Burdur’un bir köyünde doğmuştu. İlkokul öğretmeni meşhur Fakir Baykurt idi. Ondaki zekâ ve kabiliyeti sezince, ilgisini artırdı. Çünkü o davasında idealist bir öğretmendi. Bu arada sol faaliyetleri devlet görevlilerinin gözüne battı ve Baykurt’u Şavşat’a sürdürdüler. Ama o, öğrencisini hiç unutmadı. İlk okulu bitirince, doğruca Şavşat’tan öğrencisinin köyüne geldi ve onun annesine ve babasına üst üste ziyaretler yaparak arkadaşlarının ve taraftarlarının çok yoğun olduğu bir öğretmen okulunda okuması gerektiği konusunda ikna etti. Her şey hazırlandı çantasına dolduruldu, artık eski öğretmeniyle öbür gün gidecekti. Fakat kaderin garip bir tecellisi olarak o akşam evlerine babasının hocası ziyarete gelmişti. O zat babasına oğlunun dini okullarda okutması gerektiğini telkin etti. Hatta Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu anlatma hususunda, “Eğer onun derin mânalarını bir anlarsan, başını taşlara vurursun!.’ dedi. Artık bir mürşid vasiyeti alan babası, kendisini götürmeye gelen Fakir Baykurt’a ret cevabı verdi. O, bu değişikliğin sebebini bir türlü anlayamadı. Uğraştı, didindi, netice çıkmadı.
Babası onu alıp Isparta’ya götürdü. Orada açılan İmam-Hatip Okuluna kaydettirecekti. Ama kayıtlar çoktan dolup bitmişti. Ne yapacağını şaşırdı. Oralarda öyle dolaşırken karşısına çıkan yaşlı bir Ispartalı ona, “Üzülme… Bu sene oğlunu bir Kur’an Kursuna gönder, Kur’an okumayı iyice öğrensin gelecek sene erken getir ve İmam-Hatip Okuluna kaydettir” dedi. Bu tavsiyeye uyarak köylerine döndüler.
Köylerinde beli bükük çok yaşlı bir imam vardı. O hocadan ders almaya başladı. Bir gün o yaşlı zat, onu alıp mezarlığa götürdü. Bir yere varınca durdu. Dualar okudu. Ama orada bir kabir yoktu. Merakla “Hocam burada bir kabir görünmüyor… Acaba çok yakınınız birisini mi kaybetmiştiniz?” diye sordu. İmam ona “Ah evladım!” deyip ağlamaya başladı. Dizlerinin bağı çözülmüştü, yığılıp kaldı. Sonra “Evladım biz buraya dinimizi, İslamiyeti gömdük! Korkumuzdan bütün dini kitaplarımızın hepsini buraya gömdük!.. Ama inanıyorum bunlar mezardan çıkacaklar. Çünkü Cenab-ı Hak senin gibilerini gönderiyor!..” dedi. Küçük yaşında bu inleyişin derin mânasını elbette hemen anlayacak değildi ama bir şeyler fark etmişti….
Annesi onun Kur’an-ı Kerim’i ezberleyip hâfız olmasını arzu ediyordu. Onun için, bir kamyona bindirip “Git Denizli’de hâfız yetiştiren bir Kur’an Kursunda oku, hâfız ol!..” diyerek uğurlamıştı. Denizli’de kamyondan inince Kur’an Kursu aramaya başladı. Bir sakallı amca gördü. “Bu bana zarar vermez” diyerek yanına yaklaştı. “Amca ben Kur’an Kursunda okumak istiyorum, oraya nasıl giderim.” diye sordu. Gözleri parlayan ihtiyar, onun elinden tuttu, çarşıda bir dükkana götürdü. Oradaki zata, “Bak bu çocuk, ta köyünden buraya hâfız olmak için gelmiş. Sen Kur’an Kursu’nun Dernek Başkanısın, bunu sana teslim ediyorum. Artık gerisini sen bilir ve gereğini yaparsın.” dedi. Dernek başkanı ona, dokuz maddelik yanında bulundurması gerekli şeylerin listesini verdi. Takunyadan pijamaya kadar her şey yazılı idi. “Amca benim hiçbir şeyim yok. Ne olur Allah için bana yardımcı ol!..” dedi. Bu sefer Kur’an Kursunun hocasına bir pusula yazıp onu, onun yanına gönderdi…
Gitti baktı, talebeleri hafızlık çalışıyor. Bir Kur’an’a baktı, bir de kendi küçük kafasına… “Bu kocaman Kitap benim kafama nasıl sığacak” diye düşünmeye başladı. Bir kenara çekildi ve ağlamaya başladı. Diğer öğrenciler hocalarına söylemişler. Ona dedi ki: “Öyle değil… Bak şimdi sana bir sayfa veriyorum, bunu bugün ezberleyeceksin” dedi. Bir kenara çekilip bir saat içinde ezberledi. Gidip hocasına okudu. Hocası “Aferin!… Bak bir günde değil, bir saatte bile ezberledin. İşte böyle her gün birer parça ezberleyip inşaallah bitirecek, ‘Hâfız’ olacaksın.” dedi. Morali düzelivermişti.
Hafızlığa çalışırken Hoca, onları dindar insanların dükkanına gönderiyordu… Mesela, tıraş’a Risale-i Nur talebelerinden Berber Mehmed’e gönderiyordu. Namaz kıldıracak seviyeye gelince, imamları izne gitmiş camilere gönderiyor, arkalarından da takip ediyor, onlara görünmeden en arkadaki safta namaz kılıp yine görünmeden camiden ayrılıyor ve yine Kur’an Kursuna dönerlerken takip ediyordu. Çarşı Camiinin imamı ayrılmıştı. Onun yerine onu vekil yapacaktı. Cemaat gelmeden önce onu camiye götürdü. Sarık, büyük geliyordu. Kendi namaz takkesini başına geçirip sarığı onun üstüne oturttu. Cübbe uzun geliyordu. Alttan kıvırıp yanında getirdiği iğnelerle durumu ayarladı. “Şimdi namazı sen kıldıracaksın” dedi. Cemaate “Bundan sonra imamınız bu!” diyerek arkasında namaz kıldı. Sonra yolda “Bak! Ben cemaate senin yetkin ve yeterli olduğunu göstermek için, arkanda cemaat olup namaz kılıyorum. Onlar tam itimad etsinler diye…” dedi….
Şimdi bakın kaderin işine, onu nasıl, nerelerden alıp nerelere getirdi. Siz onu tanıyorsunuz… Zaten çoktandır hatimlerini dinliyor, vaaz ve nasihatlerinden istifade ediyorsunuz…
Cenab-ı Hak hayırlı uzun ömürler versin…