Aklıma Dost sözü geldi. Dost sözü üzerinde biraz durabilirsem iyi olur diye niyet ettim. Filvaki üç aylarda hasseten çokça nafile namaz kılmak, teravih namazı kılmak, bazı günlerde nafile oruç tutmak iyidir güzeldir, lakin bunlardan da güzel olan insanlar arası münasebette İslami hayatın prensip ve esaslarını yaşamak, doğru ve adil olmak ve onları gözetmek daha iyi ve daha güzeldir?
Bu kelime üzerinde durmamı temin eden sebeplerden biri de nerdeyse dost sözcüğü ve dostluk kavramı hayatımızdan silinmiş gitmiş gibidir. Menfaate dayalı yaşantı hasbi olan bir çok hasleti ötelediği gibi dostluk ve dost sözünü de ne yazık ki, gündemden düşürmüştür. Halbuki, dost, zor kazanılan ama kolay kaybedilebilen değerler üstü bir değerdir. Bu kelime ve ihtiva ettiği mana vefasızlığı, hele de ihaneti asla kabul etmez. Nemrut Hz. İbrahim’i ateşe attıracağı sırada tam mancınık’ın üstünde iken Hz. Cibril hemen yanında beliriverir ve Rabbinden bir talepte bulunup bulunmayacağını sorar. Hz. İbrahim, Cibril’e Rabbim benim halimden haberdar mı? deyince Cibril: evet haberdardır, Hz. İbrahim o halde bir şey demeye gerek yok. İşte bu teslimiyet ve bu tevekkül ve dosta olan bu güven semayı harekete geçirmiş ve: Biz de, “Ey ateş” dedik, “İbrâhim için serin ve zararsız ol!” Enbiya 69. Bundan dolayı Hz. İbrahim Allah’ın dostu unvanını almaş ve Halilu’r-Rahman veya Halilu’l-lah adlarıyla anılmıştır ki, bu çok büyük bir anılma ve büyük bir lakaptır.
Bundan dolayı insanın en büyük dostu onu yaratan ve her gün her an ona hayat levazımatını temin eden Allah’tır. Ondan başka insana hakiki dost yoktur. Çünkü O, bizi insan olarak en güzel şekilde yarattı. bize akıl, fikir ve idrak verdi. Aklımızı kullanmamız için Kitap ve o Kitabı bize açıklayacak Peygamber gönderdi. Yeryüzünde ve denizlerde her türlü nimetlerle hazırlayıp bizim istifademize sundu. Bu ne büyük bir mazhariyettir. Bunu düşünmemeli mi, bunları bize verenden başkasına mı dost olmalı?
Zaten Allah insanı öyle bir fıtrat üzere yaratmıştır ki, bu fıtratın gereği insan hem onu tanımaya, sevmeye ve ona dost olmaya meyillidir. Fıtratını bildiği insanın fıtratına uygun ibadet şekillerini Allah Taala elçileri aracılığıyla bize bildirmiştir. İnsanlar fıtratlarının gereği Allah’a kulluk ettiklerinde zaten O’nun dostluğunu kazanacaktır. Bu dostluk aynı zamanda büyük bir kazanımdır. Çünkü Allah’ın dostluğu, başka dostluklara asla benzemez. O dost olunca; bir yardımcı, bir koruyucu, bir şefaatçi olur insana. Nitekim ayet-i kerimede: “Allah iman edenlerin yardımcısıdır (dostudur), onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlığa götürürler. İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedi kalacaklardır. El-bakara a. 257. O’nun dostluğunu kaybedenin hiçbir koruyucusu, yardımcısı şefaatçisi olamaz. Bu hususu Muhammed Suresindeki bir ayet daha açık ve daha acıklı bir şekilde dile getirir: Peki onlar dünyada hiç dolaşmadılar mı ki, daha önce yaşamış nesillerin akıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar: Allah onları yerle bir etti. Benzeri iş yapan kafirleri de, benzeri akıbetler beklemektedir. Bu böyledir. Çünkü iman edenlerin yardımcısı Allah’tır. Kafirlerin ise Mevlaları, dostları yoktur. Muhammed Suresi a 10,11
Şu hususu da biraz irdelememiz lazım ki, insan her zaman her yerde herkesle dost olabilir mi? pek tabii ki olamaz, ancak olabileceğinin yaklaşık şartlarını gördüğümüz bir iki ayet-i kerimede Yüce Yaratıcımız genel ilkeleriyle zaten bize anlatıyor: Birbirimizi Hakka, doğruya, iyiye, imana, ahlaka ve güzel işler yapmaya, yardımlaşmaya ve kötülüklerden kaçınmayı öğütleyenlerle dost olmamızı bunların dışındaki dostlukların bizim için hep azap ve hep kötülük getireceğini net olarak bildirmiştir.
Nitekim, Allah Taala: O gün, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar bile birbirlerine düşman kesilirler. Buyurmaktadır. Zuhruf, a 67
Hakiki dost, iyi dost dünyada inasnın en büyük kazanımıdır. Bu ne para ile ne itibar ile ne de makam ve rütbe ile elde edilebilir. O dostluk, sert kasırgalar karşısında sığınılacak en sağlam bir limandır. Umutların bittiği tükendiği yerde fedakarca ortaya çıkan kurtarıcı bir eldir. O bu desteği verirken ve o eli uzatırken neden ve niçin ile muhatabı sorgulamaz, o samimidir.
Büyük veli ve büyük Hak dostu Hz. Aişe-i Sıddıka anamızın terbiyesini de almış olan Esved b. Yezid en-Nehai isim benzerliği nedeniyle hapse atılır -günümüzde benzerlerini de duyup işitiyoruz- günlerce eza cefa ve işkence gö
rür; nihayet aranan Esved’in o olmadığı anlaşılınca serbest bırakır arkadaşları O’na derler ki, neden söylemedin aranan Esved’in sen olmadığını? Koca imam cevaben der ki, Ne fark eder o da bir insan ve benim yerime o azap çekecek ve o eza ve cefaya maruz kalacaktı, bir mümin için ben bunu nasıl yaparım! İşte Dost, işkence altındaki, esir kampındaki, zindandaki kardeşinin sahibidir. Bedel gerektirse de onu sahiplenir, ve onu öder. Geride kalanlara da (bu gün olduğu gibi) ailesi gibi bakar. Ömür boyu didinip kazandığımız dostluklarımızı dünya menfaatı ve kişisel çıkarlar için heder etmeyelim, etmeyelim ki, Allah resulü buyurur ki, kişi dostunun dini üzeredir, ona dostuna göre muamele edilir. Nitekim bu hadis adeta atasözü haline gelmiştir dilimizde: Dostunu söyle bana kim olduğunu söyleyeyim sana!
Şeytanların bağlandığı kalplerin yumuşadığı ve ibadet u taatın her kalpte her yürekte çiçek açmaya başladığı bu üç ayların ikliminde dost bulmaya, dost olmaya ve dost kalmaya çalışalım. En büyük kazancımız bu olacaktır. Şunu da unutmayalım, dost zor kazanılır fakat kolay kaybedilir, çünkü dostun kalbi cam şişeye benzer ve çabuk kırılır. Onu kırmamaya itina gösterelim. Dostluğa Allah önem veriyor, peygamber önem veriyor ve Allah dostları büyük veliler önem veriyorken biz nerede durmalıyız?