Günümüzde ne yazık ki, alim diye geçinen nice insanlar uluorta hadis alimlerini ve hadisleri tenkit ederler.
Önüne gelen her hadisi, mevzu, uydurma, zayıf diye yaftalarken ayrıca sahaben de nice ravileri karalarlar. Halbuki, günümüz Müslümanları bunları okuyup bilmeliler, bilmeliler ki, dinimizin Allah ve Peygamber’den alındıktan sonra hangi hassasiyetlerle bize kadar getirildiğini, bu insanların yaşantısını, ilme olan düşkünlüğünü, Allah ve Peygambere olan bağlılıklarını anlayıp öğrenmiş olsunlar. Bunu cidden ben zaruri görüyorum. İlim yolunda insanlar ne zahmetler, ne çileler çekmişler, nasıl bir hayat yaşamışlar bunu anlamak ve bilmek bana göre insanlığın gereğidir. İşte bu hafta da bunlardan biri Muhammed b. Ka’b’ı anlatmaya çalışacağım inşallah.
MUHAMMED B. KA’AB EL-KURAZİ
Yine tabiin büyüklerinden biri Ebu Hamza veya Ebu Abdillah künyesi ile bilinen Muhammed b. Ka’b b. Süleym el-Kurazî’dir. Babası Kureyza’ya mensuptu. İmamın babası ile alakalı nakledilen hadise Kader-i İlahi’nin hikmetli icraatını göstermesi bakımından kayda değerdir.Efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicret buyurduktan sonra Benu Kurayza yahudileri ile anlaşma yaparak onlara dokunmamıştı. Ne var ki, Ahzab vak’ası olarak bilinen Hendek savaşında, Beni Kurayza Yahudileri, Müslümanları arkadan vurmuşlardı. Peygamberimiz savaştan sonra Beni Kurayza yurduna bir sefer tertip etmiş, ahde vefada hıyanet içinde olan yahudi kavminin erkeklerini öldürülmüş, kadın ve çocuklarını da esir alınmıştı. Ahzab suresi bu vak’ayı 26. ayet-i kerimesi ile anlatmaktadır. Buhâri’nin yaptığı rivayette esirler arasında öldürülüp öldürülmemesi ihtilaflı olan birisi vardı. O da Tabiinin büyük imamları arasında yerini alacak Kur’ân-ı Kerime hizmetiyle kıyamete kadar ümmet arasında anılacak ve Muhammed’e baba olacak olan Ka’b b. Süleym isimli bir çocuktu. Peygamberimiz tarafından muayene edildi ve kasık tüyleri bitmediği görülünce çocuk olduğuna karar verilerek esirler arasında öldürülmeden serbest bırakıldı.
Ka’b b. Süleym Kûfe’ye yerleşmiş ve burada Hz. Ali’nin hilafetinin sonlarına doğru hicri 40. yılında Muhammed doğmuştu. Bilahare babası Medine-i Münevvere’ye gelerek orada yerleşmiş ve ikamet etmiştir. Bu arada Muhammed b. Ka’b kendisini nur ikliminde bulmuş ve bu nurdan insanlarla arkadaşlık ederek ilim öğrenmeye başlamıştı.
Sahabe-i Kiram’dan Fuzale b. Ubeyd, Muğire b. Şu’be, Muaviye, Ka’b b. Amre, Ebu Hureyre, Zeyd b. Erkam, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Abdullah b. Yezid, Abdullah b. Ca’fer, Bera b. Azib, Cabir ve Hz. Enes (Radiyallahuanhum) gibi zatlarla bizzat görüşerek ilim almış ve onlardan rivayette bulunmuştur.
Ayrıca Hz. Abbas, Hz. Ali, İbn-i Mesud, Amr b. As, Ebu Zer ve Ebu’d-Derda gibi zatlardan mürsel olarak rivayette bulunmuştur. Bazı kaynaklar birçok sahabiden daha rivayette bulunup feyz aldığını naklederler.
Kendisinden de çok büyük zatlar istifade etmiştir. Hadîs ve Kur’ân ilimlerine dair kendisinden rivayette bulunanlar arasında, kardeşi Osman, Hakem b. Uteybe, Yezid b. Ebi Ziyad, İbn-i Aclan, Musa b. Ubeyde, Velid b. Kesir, Ebu Ca’fer, Muhammed b. Münkedir ve Asım b. Kuleyb zikredilebilir.
Muhammed b. Ka’b, rivayet tefsiri hususunda fikrine sık sık müracaat edilen zatlardandır. İbn-i Saad ve İclî onun hakkında: âlim, zâhid, takva sahibi, Kur’ân-ı Kerim’i iyi bilen, çok hadis rivayeti olan sika bir zattır, demişlerdir. Hadis kırıtikçileri arasında sözleri hüccet sayılan İbnü’l-Medini ile Ebu Zür’a onun sika (doğru ve sadık) olduğunu kaydederler.
Rivayet ettiği hadisleri, Kütüb-i Sitte ve diğer hadis mecmualarında görmek mümkündür. İmam Buhari, Tarih’inde şu rivayetini kayd eder ve der ki, Muhammed b. Ka’b, Abdullah b. Mes’ud’dan Resulullah Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa Allah Teâlâ onun için bir hasene verir. Buhari diyor ki, Kur’ân’ı ezberlerse mi, yoksa okursa mı dedi bilemiyorum. Kadir gecesinin zamanı ile alâkalı olarak İbn-i Abbas’tan yaptığı şu rivayet de önemlidir; İbn-i Abbas muhacirlerle beraber bir toplulukta oturuyordu. Kadir gecesinden bahsedildi. Herkes kendi görüşüne gör
e bir ma’nâ verdi. Hz. Ömer r.a İbn-i Abbas’a: Sen niçin konuşmuyorsun, konuşsana, çocukluk sana mani olmasın. Bunun üzerine İbn-i Abbas konuştu: Ey müminlerin Emiri Allah tektir, teki sever. Dünya günlerikni yedi üzerine döner yaptı, insanı yedi aşamada yarattı, rızıklarımızı yedi şeyden yarattı, üstümüzde yedi kat gök yarattı, altımızda yedi kat yer yarattı, mesânîden yedi âyet verdi, Kur’ân’da yedi akraba ile evlenmeyi yasakladı, mirası yediye taksim etti, yedi âzâmız üzerine secde etmemizi emretti, Resulullah Ka’be’yi yedi defa tavaf etti, Safa ile Merve arasında yedi defa koştu, yedi defa şeytanı taşladı, Kadir gecesinin de Ramazan ayının son yedi gecesinde olduğunu gösterdi. Bunları dinledikten sonra Hz. Ömer r.a. dedi ki, Bu hususda bana, henüz başının kemikleri düzelmemiş olan bu çocuktan başkası muvâfakat etmedi. Arkadaşlar bu hususta bana İbn-i Abbas gibi kim cevap verebilir.
Te’vil-i Kur’ân’ı en iyi bilenlerden birisi olduğunu, Avn b. Abdillah şu sözüyle dile getirir: Ben Kurazî kadar te’vil-i Kur’ân’a vâkıf birisini görmedim.
Kulluktaki derinliği ve hassasiyeti, akıl almayacak kadar ileride idi. Kur’ân’a kendini verişi, O’nun bir sûresi ve bir âyeti üzerinde günlerce durup tefekkür etmesi, O’na bu hazinenin kapılarını açmıştı. Nitekim bu mevzuda o şöyle demiştir: Akşamleyin başlayıp da sabaha kadar ‘Zilzal’ ve ‘Kâria’ surelerini okumam ve üzerinde tefekkür etmem, o gece bütün Kur’ân’ı okuyup bitirmemden benim için daha sevimlidir.
Sıfatu’s-Safve’de, Yezid b. Abdilmelik, Muhammed b. Ka’b’ın şöyle dediğini naklediyor: Kim Kur’ân-ı Kerîm’i okumaya devam ederse iki yüz yaşına da varsa aklı inkişaf eder. Kur’ân-ı Kerim’i iyi anlama mevzuunda mucize vâri olarak Efendimiz’in; Ebu Bürde’nin babasından onun da dedesinden yaptığı rivayette şöyle buyurduğunu görüyoruz: İki kahin kavimden yani Kureyza ve Nadir’den Allah’ın kitabını en iyi bilen, okuyan birisi çıkacak ki, ondan sonra onu o kadar iyi bilecek birisi olmayacak. Nafi b. Yezid diyor ki, biz zannederdik ki, bu zat, Muhammed b. Ka’b’tır. Aynı kanaatte olan başkaları da vardır:
İnsanların hayrının üç şeyde olduğunu beyan eden imam, şunları söyler: Allah Taala bir kula hayır murad ederse, onun için üç özellik verir:
Birincisi, onu dinde fakih kılar, yani dini ilimleri ona öğretir, o da bunun gereğine göre amel eder.
İkincisi, onun dünyadan elini eteğini çektirir.
Üçüncüsü de kendi ayıbını kendisine gösterir yani kendi kusurunu ve ayıbını düzeltmeye çalışır, başkasının kusur ve ayıbıyla meşgul olmaz.
Bütün mesaisini ilim tahsiline, Kur’ân okumaya ve ibadet ve taatle meşgul olmaya sarfeden İmamın mala, mülke ve dünyalığa asla itibarı olmazdı. Kendisinin Medine’de emlakı vardı, hepsini bir defada Allah yolunda sarf etti. Kendisine çocukların için de bir şey ayırsaydın, denilince, O, Ben o malın tamamını Rabbim nezdinde kendim için biriktirdim, ayırdım; Rabbimi de çocuklarıma ayırdım (yani onların rızkını verecek olan O’dur) buyurdu.
Muhammed b. Nasr el-Harisî, Muhammed b. Ka’b’ın şöyle dediğini nakleder: Dünya geçici bir yerdir ve ahmaklık menzilidir. İyiler ve saidler ondan yüz çevirirler. Talihsizlerin de elinden süratle çıkar gider. İnsanların en talihsizi ona çok rağbet edendir. İnsanların en mesudu da ondan uzak durandır. Dünya kendisine itaat edene azab eder, kendisine tâbi olanı da helâk eder, ona boyun eğene karşı da hainlik yapar, dünyanın ilmi, cehalet, onun zenginliği fakirlik, fazlalığı da noksanlıktır. Dünyanın günleri ise sebatsız ve kararsızdır, değişir durur….
Peygamber Efendimiz’in mal ve şeref sevgisinin tehlikeli olduğunu naklettiği bir hadîs-i şerifi Muhammed b. Ka’b, İbn-i Abbas’tan rivayet eder. Hadîs-i şerif şöyledir: Sürünün i
çine dalan iki yırtıcı vahşi kurdun sürüye olan zararı, insanın şeref ve mala olan sevgisinin dine olan ifsad ve zararından daha fazla ifsad edici değildir.
Çok az, öz, manalı ve derin konuşurdu. Halife Ömer İbn Abdülaziz, kendisine itibar eder ve meclisinde bulundurur, fikirlerinden istifade ederdi. İbn-i Ebi HâtimTefsir’inde Muhammed b. Ka’b’dan yaptığı rivayette şunu nakleder: Ömer b. Abdülaziz beni çağırdı ve: Bana adaleti tavsif et dedi. Ben ‘Allah hayrını versin! Benden büyük bir şey sordun’ dedim. İnsanların büyüğüne baba, küçüğüne oğul ve emsaline de kardeş gibi muamele edersin, kadınlara da öyle davranırsın, halka günahları kadar azab edersin, onların vücutlarının kaviliğini, zayıflığını nazara alırsın, kızdığından dolayı kimseye bir kamçı vurmazsın ve böylece âdillerden sayılırsın dedim.
Allah’a karşı çok saygılı olmayı, O’nu çok zikretmeyi ve tefekkür etmeyi tavsiye eder ve katiyyen bunlardan uzak durulmaması gerektiğini ve hiç bir halde kulun Allah’ı anmaktan uzak kalamayacağını beyan ederek şu önemli tesbiti takdim eder: Eğer zikri terketmek mevzuunda Allah Teâlâ bir kuluna ruhsat verseydi, Hz. Zekeriya (as)’a ruhsat verirdi. Halbuki Cenâb-ı Hakk onun için şöyle buyurmuştur... Bununla beraber Rabb’ini çok an ve akşam sabah O’nu tesbih et! Âl-i İmran, 41, Yine eğer zikri terketmekle birisine ruhsat verseydi, ilay-ı kelimetullah için geceli gündüzlü cephelerde savaşanlara bu ruhsatı verirdi. Halbuki onlar için de: Ey iman edenler, savaş esnasında karşıkarşıya geldiğiniz düşman birliğine karşı dayanın, sebat edin ve Allah’ı çok anın ki, kurtuluşa eresiniz, buyurmuştur. Enfal, 45.
Bu hususları sadece nakletmekle kalmayıp, en ince noktasına kadar kendisi de tatbik ederdi. O kadar çok ibadet eder ve geceli gündüzlü ağlar sızlardı ki, onun bu halinden anası endişeye düşer ve şöyle derdi: Ey benim oğlum! Küçüklüğünde ve büyüklüğünde ne kadar temiz hayat yaşadığını bilmeseydim, zannederdim ki, ne kadar büyük günah işlemişsin ki, nefsine gece gündüz bu kadar azap ediyorsun? Muhammed b. Ka’b anasına şu cevabı veriyor: Ey benim anacığım, ben bazı günahlar üzerindeyken Allah’ın onlara muttali olmasıyla bana gazab etmeyeceğinden ve ‘git seni affetmeyeceğim’ demesinden beni emin kılacak bir şey var mı? Bununla beraber Kur’an, beni bir kısım işlere yönelttiği halde, bütün gece geçiyor da ben ihtiyaçlarımdan kurtulup onları yapamıyorum.
Herkesin akıbetinden çok korkması gerektiğini ve hiç kimsenin garantisi olmadığını, Allah’tan başka güvenilecek ve dayanılacak şeyin bulunmadığını her vesile ile beyan eder.
Muhammed b. Ka’b’ın çok âbid ve zâhid bir kölesi vardı. Halife Ömer b. Abdülaziz mektup yazarak kölesi Salim’i kendisine satmasını istedi. Muhammed b. Ka’b kölesini müdebber (sahibinin ölümüyle azad olan) yaptığını söyledi. Bunun üzerine Halife: gönder de onunla bir görüşeyim, dedi. İmamın kölesi Sâlim’le Halife görüşünce O’na şöyle dedi:
– Gördüğün gibi ben imtihan ediliyorum. Kurtulamayacağım diye çok endişe ediyorum. Sâlim Halife’ye şöyle dedi:
– Eğer dediğin gibiysen, bu senin kurtuluşundur, yoksa iş korktuğun gibidir. Halife:
– Bana nasihatta bulun dedi. Sâlim şunları söyledi:
– Hz. Adem a.s. bir tek hata ile Cennetten çıkarıldı. Siz birçok günah ve hataları işlediğiniz halde Cennete girmeyi istiyorsunuz? dedi ve sükût etti.
Asrımız insanının ciddî hastalık olarak müptelâ olduğu rahat ve endişesiz yaşamayı en büyük günahlardan saymıştır. Hatta Allah’ın rahmetinden ümit kesmek nasıl büyük günah ise, Allah’ın azabından endişesiz yaşamak da aynen öyle büyük günahtır, dedikten sonra bu mevzuda üç ayet-i kerime zikr etmiştir.
Hayatını İslâm ve imana hizmet istikametinde geçiren ve Allah’ın istediği şekilde hayatını sürdüren mümine müjde olarak şunları söyler: Mümin kulun canı çıkınca ölüm meleği ona gelerek şöyle der: Esselamü aleyke ey Allah’ın veli kulu, Allah sana selam etti ve bu âyeti okumamı vahyetti: Melekler iyi insanlar olarak canlarını aldıkları kimselere derler ki, selam size, yaptıklarınıza karşılık Cennete girin. Nahl, 32.
Ölüm anı hazır olan bir insanın cennet ehlinden mi cehennem ehlinden mi olduğunu mutlaka bilmeden ölmeyeceğini de Vakıa suresi 89. âyette yaptığı açıklama esnasında beyan etmiştir.
Müminin vefatıyla yerin göğün o mümine ağlayacağını beyan eden Muhammed b. Ka’b..
Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür (insana ameli gösterilir, insan yaptığını görür) Zilzal suresi, 7-8, bu âyetle alâkalı şu izahı yapar: Kâfirlerden kim zerre ağırlığınca hayırdan bir iş işlerse, onun sevabını dünyada kendisi, ailesi ve malında görür. Dünyadan çıktıktan sonra artık kendisi için hayırdan bir şey yoktur. Müminden de kim zerre ağırlığı bir şer işlerse, onun azabını dünyada kendisi, ailesi ve malı görür, artık dünyadan çıktıktan sonra kendisi için bir şer yoktur.
Allah’a karşı nazının geçtiği ve duasının makbul olduğu rivayet edilen Muhammed b. Ka’b’ın, Âl-i ımrân, 200 ayet-i kerimesine de doyurucu izah getirdiğini kaydetmek istiyorum: Allah’ın emirlerini yaşama, İslâmî esaslara harfiyyen uyma hususunda sabırlı olunuz. Vad ettiğiniz zaman vadinizi yerine getirme mevzûunda da sabırlı olunuz. Hassaten ehli hizmet için zahirî ve batınî düşmanlarınıza karşı uyanık olunuz, şartların gerektirdiği gibi mücadele ediniz. Benimle aranızda olan şeyden ötürü Allah’tan korkunuz ki, bana kavuşacağınız gün kurtuluşa eresiniz.
Medine-i Münevvere civarında Hz. Ebu Zer’in defn edildigi Rebeze Camiindeki ilim meclisine Kur’ân-ı Kerim veya hadîs rivayet ederken meydana gelen yer sarsıntısında caminin yıkılmasıyle enkaz altında kalarak Allah’ın rahmetine intikal etmiştir. Vefat tarihi mevzuunda ihtilaf vardır. İbnü’l-Medinî, İbn Main ve İbn Sa’d, hicri 120 yılında vefat ettiğini, Vakidî ve bir cemaat de vefat ettiği zaman 78 yaşında olduğunu kaydederler. Allah Taala şefaatine cümlemizi mazhar etsin.