Cumhuriyeti kuranlar tespih çekenleri ve azınlıkları düşman ilan edip ırk üzerine bir kimlik oluşturmaya çalıştılar. Çünkü batı felsefesine göre düşman olmadan kimlik bina edilemez.
Hatta eğer düşman yoksa pire deve yapılmalı ve böylece büyük bir düşman korkusu üretilmelidir ki, insanlar bir araya gelsin. Kominizim çökünce yeni bir canavara ihtiyaç vardı. İngiltere’deki Warvik Üniversitesi Etnik İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Profesörü ve Birleşmiş Milletlere İslam konusunda danışmanlık yapan H.A. Hellyer “Muslims of Europe: The ‘Other’ Europeans’ adlı eserinde, “Bu canavar ise, Endülüs’ten yani 8. Asırdan bu yana Avrupa’da olmasına rağmen hâlâ ‘yabancı’ veya ‘öteki’ gözü ile bakılan Müslümanlardır.”
Düşman üretme prensibi ile kimlik oluşturma veya yeni bir rejim kurma değerler yoksunluğunu veya inandıkları değerlerden güvenmediklerini gösterir. Tespih çekenleri laiklik adına ve ülkedeki gayri Müslim düşmanlığını milliyetçilik veya Türkçülük günah keçisi gösteren rejim gayeyi hayali olan çağdaş batı seviyesine 98 yıldır ulaşamadı. Halbuki Güney Kore 30 yılda ulaştı.
Bunu şunun için yazıyorum. Türkiye’de yeni rejimden bahsediyorlar. Bu yeni rejimin düşmanı da yine tespih çekenler. Bazıları diyebilir. Hepsi değil. Doğru hepsi değil. Cumhuriyeti kuranlarda, camilerde beş vakit namazdan sonra tespih çekenlerle problemleri yoktu.
Yeni rejim kurmak isteyenler kimlik oluşturacak değerlerini yaşamadıkları hatta tam tersini yaptıkları için hayali büyük bir canavara ihtiyaç var. Dünküler yıllarca şeriat korkusunu pompaladılar. Korkuları yersiz çıktı. Laiklikte yapılanların en az on katı şeriat getirecek diyenler yapıyor. Yani ne laiklik gitti, ne de şeriat geldi. Eski tas, çok pis kokan eski hamam. Sadece dün başkaları dindara zulüm ediyor, başörtülüyü üniversiteye koymuyor, milletinin vergisinden çalıyordu. Bugün başkaları zulüm ediyor, başörtülüleri bebekleri ile beraber zindana atıyorlar. Değişen sadece figüranlar fakat rejim aynı. İsterseniz adına ‘Derin Rejim’ diyelim.
Peki, Hizmet niye düşmana ihtiyaç duymadan bir kimlik oluşturdu. Sebep gayet basit. Çünkü düşman olarak nefislerini bildiler. Başkalarının rahatı için kendilerini unuttular. Rahatı insanlığa hizmet etmekte gördüler. Çalmak yerine hep verdiler. Nefret yerine muhabbet dediler. Allah’ın verdiği iki gözün biri ile başkalarının güzel taraflarını, diğeri ile kendi kusurlarını gördüler. İnandığı değerleri yaşadılar, yaşıyorlar. Değerler yaşanınca düşmansız kimlik oluştu. Kırk beş yıldır ‘Derin Rejimin’ her türlü hile ve zulmüne rağmen.
DEĞERLER ÜZERİNDE KİMLİK KURULDU
Osmanlı da bunu yaptı. Yaşadığı değerler üzerinde kimlik kurdu. Onun için altı asır yaşadı. Yüzde onu Türk’tü ama Osmanlı kimliğini “Millet” sistemi altında oluşturdu. Hatta Profesör Hellyer, kimlik oluşturmak için belli kesimlerce pompalanan İslamofobiya’ya karşı Avrupa’ya “Millet” sisteminin örnek alınmasını tavsiye ediyor.
Evet Hizmeti İmaniyye ve Kuraniyye düşmanlığı yaparak, yeni bir rejim oluşturmak isteyenler, kendi değerlerini yaşasalardı, makyevelist filozofların yolundan gitmeye gerek kalmazdı. İslam’ın evrensel değerleri yerine makyevelist felsefeyi rehber yapmakla o pırlanta gibi mukaddes değerlerin farkında olarak veya olmayarak halkın gözünde Üstadın tabiri ile “kırık cam” parçası değerine düşürmezlerdi. Onun için Türkiye dinden uzaklaşıyor, insanlar dinsizleşiyor. Peki, neden bunu yaptılar. Ya değerlerinden şüpheleri vardı ya da mevki, makam, para hırsı ve haset kalbi karartınca, hakkı görme imkânları kalmadı. Bunun için yanlışlıklarını kapatmak için habire Hizmeti İmaniyye ve Kuraniyye’ye saldırıyorlar. Zulüm ile kimlik oluşmaz ama mazlumun kimliği tam oluşur. Irak’ta, Suriye’de yıllarca dini ve din adamlarını kullanarak zulüm ile Baas kimliğini oluşturmak istenildi. İki ülkenin hali meydanda.Bu zulüm Hizmetin evrensel kimliğinin bütün hücrelerini oluşturdu. Kıyamet kopmazsa asırlarca devam edecek inşallah.
BİR Mİ BÜYÜK, KIRK BİR Mİ?
2009 yılında Canberra’ya bir imza töreni için davet edildim. İmza töreni bir parkta idi. Törene Avustralya Genel Valisi’nin de (Turkiye’de Cumhurbaşkanı seviyesinde) geleceğini söylediler. Biraz erken vardım. Etrafta ne polis var, ne keskin nişancı, ne de tepede uçan helikopter. Doğrusu ben Genel Vali en az üç beş polis arabasıyla ve onlarca koruma ekibi ile gelir diye bekliyordum. Baktım tarihi bir araba yaklaştı. Ön koltukta bir polis ve şoför, arkada da Genel Vali ve sekreteri. Türkiye’nin cumhurbaşkanı ise tepede helikopter ve kırk bir zırhlı araçla sarayından çıkabiliyor.
Evet halka zulüm edenler halktan korkar. Halktan korkan da artık Hakk’tan korkmaz.
Avrupa’nın karanlık çağında liderler saraylarda yaşarlardı. İslam dünyasının kriz de olduğu bir dönemde liderlerinin büyük bir kısmı sarayda yaşıyor. Sosyolojik olarak incelenmeye değer.
Evet, bir mi büyük, kırk bir mi? Hangisi Müslüman sıfatı? yucelsalih@yahoo.com