Başlık
acayibinize gitmiştir. Doğrusu İbn Abidin gibi büyük bir zatın “Reddu’l Muhtar” kitabını
okumasaydım, benim de acayibime giderdi. Hasedin ve küfrün mahiyetini
bilmeyenler hatta bazı dostlar Hizmeti eleştiriyor.
Bakınız İbn Abdin ne diyor:”
Hiç bir büyük kişi metheden sevdiği ve zemeden hasedcisi bulunmadıkça büyük
olamaz… Hasid kendini yorduğu ve günaha soktuğu için zalimdir. Başkasını da
zalimdir.” Yani hasidin karekteri gereği
başkasına zulmeder. Bunun içindir ki; Hz. Hafız Falak Süresi’nde Peygamberine
dahi hasidin şerrinden Allah’a sığınmayı emretmiştir. Büyük fakih Haskefi
“insanların en kötüsü insanlar arasında yaşayıp hiç haset edilemeyendir” diyor.
Şaştınız değil mi? İbn Abidin açıklıyor: “Kafir kötüdür, fakat kafirin hased edilecek
yönü yok.” Öyle ise hasid, hased sıfatı itibari ile kafirden daha aşağı düşüyor.
Nitekim Üstad hased küfürden daha yıkıcıdır, der. Bu sözün mefhumu muhalifi de şudur.
En çok hased edilen en çok iyi olandır. Hasidlerin piri olan şeytanın en büyük
düşmanı kim? Hz. Muhammed (SAV) ve sonra imanın derecelerine göre onun yolunda
olanlar. İbn Abidin devam ediyor: “zemedilemenin üzerine
sabır, tahammül ve af terettüb eder. Bu da büyüklüğün alametidir.” Hizmet çoğunluk
itibarı ile bu süreçte büyüklüğünü gösterdi.
Gelelim hasedin
adaletine. İbn Abidin “hasetlik çeken dahi hased edilenin büyümesine sebep
olur. Kin eken, bela biçer” Böylece hasetçi ektiği belalarla kendi kendini yok
eder. 12 Eylülcüler, 28 Şubatçıların öndekileri, kafalarını duvara vurup bir
ilkokul mezunu ile (Hocaefendiyi kastediyorlar) baş edemedik diyorlardı. Onların
unuttuğu bir şey vardı. Onlar Hocaefendiye değil, bilerek veya bilmeyerek Allah’ın
dinine harp ilan etmişlerdi. Sonlari malum. Şimdikilerde hasetlerinin gereği
onların yaptıklarının en az yüz katı kadar kötülük yapıyorlar, zulmediyorlar.
Zalimler ebter olur, mazlumlar gönüllerde yaşar. İnanmıyorsanız yakın tarihe
bakın.
İbn Abidin
“amelin sahih olabilmesi için, ihlas ile riyayı, haset ile ucb (kend kendini beğenme)
ve küfre götürecek sözleri öğrenmek farzdır” diyor.
Eğer Hizmete
ehli dalalet ve hasidler haset etmeseydi, Hizmet ‘firaqi dalle’ (sapık) olurdu.
Hizmet bu süreçte ihlası, hasedi yaşayarak öğreniyor. Bu süreçte dalalet, haset
ve nifak hizmete karşı birleşti. Onun için şimdilik tahribi yüksek oldu gibi görünüyor.
Fakat gelecekte sağlam kalan yumurtalar hep civciv olacak ve çürüyen, kırılan
yumurtaların belki on bin belki yüz bin katı daha yumurtalar yapacak. Haşa bin
defa haşa gaybden haber vermiyorum. Bu küfür olur. Geleceği bilen ancak Cenab-ı
Allah ve Allah’ın bildirdikleri peygamberler, bazen de ilham ettikleri veliler
olabilir. Bunu söylerken İslami cemaatlerin tarihini ve sosyolojinin kurallarına
göre arz ediyorum. Zulüm gören hiç bir İslami cemaat yok olmamıştır. Fakat asırlarca
sürecek kimlikleri oluşmuştur. Başta Ehli Beyt. Bütün Müslümanların gönül
sultanları. Sonra dört hak mezhebin imamları, onların talebeleri, günümüze
kadar etkisi devam eden bütün manevi büyükler, hepsi zulüm görmüş ve hasetçilerin
her türlü yalan, dolan ve iftiralarına uğramışlar.
Kim ne derse,
desin. Ehli dalalet ve ehli hased zulmettiler, fakat kader adalet etti.
Sahabileşmek için eksik olan halka tamamlandı.
Evet hasidin işi hile ve zulüm, hased edilenin işi ise kerem ile ıslah. İşimiz
zor, fakat zaten zora talibiz. Evet hased edilmiyorsanız demek ki, imanınız ya
hiç yok veya çok zayıf.
Hasetçinin sonu
Avustralya’da yıllarca
önce garibin biri, dine hizmet ettiği için kendisine hased ediliyordu. Hele
lider posizyonda olan biri o garibe yalan ve iftira atıyor, hatta onun malını çalmayı
ibadet zannediyordu. İsim vermeyeyim ki, gıybet olmasın. Sonra ne oldu. Beş altı
yıl sonra o lider intihar etti.
Bir başka grup
vardı. İçlerinde lider posizyonunda olanlar, Hizmetle alakalı gördükleri güzel
rüyalara rağmen, Hizmet erlerine hasetten dolayı düşmanlık yapıyorlardı. Bir kaç
yıl sonra birbirlerine girdiler. Bir televizyon kanalı “düşman kardeşler” diye
haber yaptı. Hem kendilerine, hem de İslama yazık ettiler.
Bir kaç kişi, yıllarca
önce Hizmet erlerinin başlattığı yeni bir hizmete engel olmak istediler. Hizmet
erleri hem sabretti, hem de musalaha ile hareket etti. Peki onların akıbeti ne
oldu. Medya onların kusurlarını teşhir etti. Mahkemelik olup yuzbinlerce dolar
kaybettiler. Hem kendilerine, hem de İslama yazık ettiler. Bize düşen onların
bu haline sevinmek değil, acımak ve onlara hayırlı işlerinde yardımcı olmaktır.
Böyle yaparsak şeytanın tuzağını Allah’ın inayeti ile bozabiliriz. İsterseniz Üstadın
serlevha olacak sözü ile bitirelim. “Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u
hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok
uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir.”
Evet kuvvet hakta ve ihlastadır.