Hayat, bir nefesten ibârettir. İnsan aldığı nefesini veremeyebilir, verdiği nefesini de alamayabilir. İhtiyar-genç, hasta-sıhhatli, bebek-çocuk dinlemeyen ecel, her an kapıları çalabilir. Mülkün hakîki sahibi olan Allah (cc), dilediği gibi tasarrufta bulunabilir ve insanın da müdâhale etme hakkı ve yetkisi yoktur.
Her gün binlerce insan, istese de istemese de dünyâyı terk etmektedir. Nice insanlar aziz bildiği büyüklerini, çok sevdikleri yavrularını kaybetmekte, gözyaşlarıyla ölümsüz ebedî âleme göndermektedirler.
İnsan, bu gerçekleri ne kadar görüyor ve ne derece ders-i ibret alıyor? Bilmemekle beraber; her gün fark etmeden yanlarından geçtiğimiz kabristanlar bizlere çok şey anlatıyor ve hal diliyle insanlara şöyle sesleniyorlar: ‘Ey insanlar! Ölümle sona erecek dünya sizi aldatmasın. Bir gün siz de hayatınızın hesabını vermek üzere bizim yanımıza geleceksiniz’ demek suretiyle insanlara sessizce bu gerçekleri ifâde ediyorlar.
Allah Resûlü’nün ashabından bir zat; ‘Yâ Resûlüllah! Bana öyle bir nasihatte bulun ki, bir daha nasihat ihtiyacı duymayayım.’
Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam);
‘Her edâ ettiğin namazı son namaz gibi edâ et! (her gün ve gece, her Cuma ve Ramazan aynı şekilde düşünülebilir)
Yarın pişman olacağın bir işi yapma!
Meşrû olan, her ne iş olursa Allah rızâsı için yap!’(İbn-i Mace) buyurdular.
Aslında bu nasihatler o Sahabe Efendimiz’in şahsında hepimizedir.
Unutulmaması gereken bir husus var ki; dünyâya geliş bir defadır, istense de dünyaya geri gelme ihtimali yoktur. Öyle ise insan, bu misâfirhâne-i dünyâya geliş gâyesinin şuurunda olarak kainâtı iyi okumalı, mânâsındaki derinliği iyi anlamalı ve ona göre hayatını gözden geçirmelidir. O zaman varlığının sırrını anlamış ve dünyâya geliş gâyesinin farkında olmuş olur.
Aynı zamanda zerreden kürelere kadar bütün varlıklar hal diliyle; ‘Ey insan ben fâniyim! Bir gün ya sen beni, ya ben seni terk edeceğiz. Aldanmakta fayda yok!’ demektedir.
Hz.Üstad; “Eyvah, aldandık! Şu hayât-ı dünyevîyeyi sâbit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüyâ gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider…” (Sözler)
Ve yine; “Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem. Rûhumu Rahmân’a teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umûmen isterim.” (Sözler) demiştir.
İnsan öyle bir hayat yaşamalı ki, neticede pişman olmasın. ‘Eyvah’ demesin ve hesâbın şiddeti ve dehşeti karşısında mahcup duruma düşmesin.
Allah’a ve âhiret gününe inandığı halde, inandığı gibi yaşamayan, Kur’ân’a ve Efendimiz’e (sav) sırt dönen, kulak tıkayan insanlar; güneşe karşı yüzüne kapayıp ‘güneş yok’ diyenlerin durumuna düşerler ki, kendilerine yazık etmiş olurlar.
Âhiret adına ihtiyaç duyulan her şeyi, bu dünya pazarından temin etmek mümkündür. Bu zarûrî ihtiyaçları almak o kadar zor değildir. Kullarına karşı merhamet-i Sonsuz olan ve mükün hakîki sâhibi olan Allah (cc), Tevbe sûresi 111.âyette; “Allah karşılık olarak cenneti verip, mü’minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır” buyurmaktadır.
Her canlı ömür yolculuğunu tamamlamak üzere bu dünyâya gelmiş, kabre doğru sür’atle gitmektedir. İnsan da, kendisinin bu kervana dâhil olduğunu görmekte ve bilmektedir. Bir gün mutlaka kabre, oradan da sırat köprüsünden geçme yoluyla, Mahkeme-i Kübra’ya doğru yolculuğunun devam ettiğinin farkında olmalıdır.
Öyle ise, her şeyin uyanmaya yüz tuttuğu, haşir meydanını hatırlatan seher vaktinde, Mevlâ’nın sonsuz lütufları ve nimetlerine mukâbil insan, aczini, zaafını ve fakrını kabullenip, namaz ve niyazla hâlini Allah’a arz edip, gündüzlerini de küheylanlar gibi Hak yolunda hizmet ederek ömrünü boşa geçirmemeye gayret etmelidir.
Sinema sahnelerinin sür’atle gözümüzün önünden geçtiği gibi, ömür dakikaları, günleri, ay ve yılları da sürâtle geçip gitmektedir. İnsanlar, acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bırakmış oldular. İnanmış gönüller, idrak etmiş oldukları milâdî yeni yılı, Rabbimiz’in rızâsı istikâmetinde, Efendimiz’in (sav) rehberliğinde en iyi şekilde değerlendirilmelidirler.
Aynı zamanda dünya barışına katkıda bulunarak, vahdet-i rûhiyeyi muhafaza ederek; rengi, dili, dini ne olursa olsun, Allah’ın bizim gibi yaratığı insanlarla, güven ve emniyet içinde kardeşçe yaşayarak huzurlu bir dünya gerçekleştirmelidirler.
Dünyanın dört bucağında inancından dolayı zor şartlar altında yaşamını sürdüren, husûsiyle ülkemizde mağdur, mazlum, mahkum, gaybûbet içinde, müebbet hapis ve hücrelerde, hürriyetten mahrum ağır şartlarda yaşamakta olanlara, yuvaları dağılmış, masum, bilhassa günahsız çocuklar ve kadınlara ekstra lütuflarıyla inâyet buyurmasını, Cenâb-ı Hak’kın sonsuz rahmetinden ümitle bekliyoruz.