Biraz daha detaylandırayım: Bu gençlerden 37’si, darbe gecesi Yalova’daki çadır kampından alınıp helikopterle stadyuma indirilen, oradan da Digitürk’e gönderilen öğrenciler. Yargıtay bu davadaki müebbet kararını bozduktan sonra 8’i tahliye edildi, 5’i hakkında yeniden yakalama kararı çıktı, biri tekrar tutuklandı. Bir dava da Yalova’daki kamptan otobüslere bindirilen 116 Hava Harbiyeli’nin davası. Bu gençler de yolu kapatan sivil araçları ambulansın geçmesi için çekmekle, yani darbe girişimine yol vermek ve dahil olmakla suçlanıyorlar. Darbe girişimi olduğunu öğrendiklerinde Sultanbeyli’de halkla beraber İstiklal Marşı okuyan bu 116 genç müebbetlik. Benzer şekilde Tuzla Orhanlı Gişeleri istikametinde otobüslerden indirilen 62 Hava Harbiyeli var. FSM Köprüsü’ne götürülen 70, Boğaz Köprüsü’ne götürülen ve iki arkadaşları, Murat Tekin ve Ragıp Enes Katran buradaki kalabalık tarafından linç edilen 44 Hava Harbiyeli de yine müebbetlik. Bu gruplara ek olarak, yine İstanbul’da bulunan 26 Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu öğrencisi de ömür boyu ceza alanlardan.
Digitürk davası yeniden görülüyor. Bir sonraki duruşma 24 Ocak’ta. O davadakiler tutuksuz yargılanmayı, diğer dört davada müebbet alan 318 öğrenci de, iki yıldır Yargıtay’dan bir karar çıkmasını bekliyor. Onlar için her gün bir nevi işkence zaten ama bazen fiziksel olarak da işkence ve kötü muameleye maruz de kalıyorlar. Bunun son örneğini, askeri öğrencilerin ve ailelerinin sesi olan, kendi oğlu Furkan da cezaevinde olan Melek Çetinkaya’dan öğrendik.
Silivri’de ne oldu?
Silivri Cezaevi’ndeki bazı infaz koruma memurları, bir grup askeri öğrenciyi darp ettiği söyleniyor. Tanık öğrencilerin aktardıklarına göre, infaz koruma memurları arama sırasında koğuştaki eşyaları dağıttı, yerlere attı. Kendilerine “Neden bağırıp çağırıyor, ortalığı dağıtıyorsunuz” diye soran bir öğrenci darp edildi. Bir infaz koruma memuru yere yatırdığı gencin başına bastı. Ona engel olmaya çalışan öğrencilere de ters kelepçe takıldı. Öğrenciler koğuştan dövülerek, yerde sürüklenerek çıkarıldı. “Bu koğuşu dağıtacağız” diye tehditler savruldu.
Koğuş deyince… Melek Hanım ile konuştum. Yedi kişilik koğuşlarda 39-40 kişi kaldığını söyledi. Durumu “Üçlü ranzalar var. En üstte yatan neredeyse tavana yapışıyor. Eskiden daha kalabalıktı, yere de yatak atıyorlardı” diye anlattı.
Gençlerin bazılarının sağlık hizmetlerine ulaşmaları da engellendi. Melek Hanım’ın oğlu Furkan bu süre içinde bacağında kırık olabileceği söylenmesine rağmen hastaneye sevk edilmedi, kırılan parmağına da kendisi atel uygulamak zorunda kaldı.
Askeri öğrenciler bu beş buçuk yıl içinde, eğitim hakkından da mahrum kaldı. Üniversite sınavlarına girmelerine iki yıl sonra izin verildi. Bazıları cezaevinde hazırlandıkları sınavda Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ, İTÜ, İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi gibi okulları iyi puanlarla kazandılar ama kayıtlarını dondurdular. Bazıları da açık öğretimde okumaya başladılar. Aralarında, uğradıkları haksızlıklardan olacak, hukuk okumaya karar verenler de vardı.
Hapse atıldıklarında çoğu 19 yaşında olan bu gençlerden bazıları, bu beş buçuk yıllık süre içinde anne babalarını kaybettiler. Birinin anne babası bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Birinin babası görüşten dönerken otobüste kalp krizi geçirdi. Bir başkasının babası kanserden üç ay içinde gitti. Bir anne hastalanıp vefat etti, bir anne de Kovid’den hayatını kaybetti.
Bu insanlar çocuklarını iyi bir geleceğin beklediğine inanarak askeri okullara vermişlerdi. Melek Hanım’ın tanıdığı ebeveynler arasında eski AKP seçmenleri de vardı. “Bir anne var, 25 yıl AKP’de kadın kollarında çalışmış. Oğlunu AKP toplantılarında büyütmüş” diye anlattı. Melek Hanım’ın kendisi de bir kez AKP’ye oy vermişti. Cezaevindeki toplu darp ile ilgili bilgi notunu okurken, yere yatırılıp başına basılan askeri öğrencinin adı da dikkatimi çekti: Üzeyir Tayyip Şur. Belki tesadüf, belki de değil, ama aile oğullarına Tayyip ismini vermişti. Bu ailelerin hiçbiri bu ismin diğer sahibinden razı değil artık.
Yazıyı buraya kadar okuyanlardan bazılarının “müstahak” dediklerini duyar gibiyim. Onlar geriye bakanlar. Ama bugüne ve beraber bir geleceğe de bakmak gerek. Özellikle de daha hayatlarının çok başında, idealist bir şekilde yola çıkıp, hain damgası yiyen bu genç insanlara reva görülen haksızlığın toplumca farkına varmak gerek. Unutmamalı, darbeye giden yolu onlar açmadı.