artıgercek.com’un yazarı Ahmet Nesin, Afrin’i yazdı. nesin; “Benim elimde ‘Zeytin Dalı’ vardı ve o başkanlık diyordu. Yasayı çıkardı ama seçimi kaybedeceğini anladı. Şimdi seçimle kazanamayacağını anladı ya, Suriye Kürtlerine savaş açtı.”
Tam kafamda başlığı netleştirdim, yazmaya başlayacağım, eşim Hilal “Sende Peygamber sabrına şaşırıyorum” dedi. Haklıydı da, televizyondan başbakan Binali Yıldırım’ı dinliyordum. “Canım, önemli bişey söyler de yazıya eklerim, ondan dinliyorum” dedim ama sanırım pek inandırıcı gelmedi, gülümseyerek gitti. Diyeceksiniz ki, yazarken aynı anda Yıldırım dinlenir mi? Dinlemiyorum ki, alkış olunca dikkat kesiliyorum sadece, çünkü en fazla saçmaladıklarında “Bu söylediğinde bir keramet vardır” diye alkışlıyorlar. Dikkat edin, Erdoğan da, Yıldırım da ne zaman çok alkışlansa, en saçmaladıkları an’dır o an. Nedeni çok basit, birincisi dinleyenlerin bir kısmı da saçma insanlar, bir kısmı da anlamayınca daha çok alkışlamak gerektiğine inananlar.
Neyse, gelelim yazıya, “Zeytin Dalı Barış Harekatı”na. Eskilere gittim, barış için zeytin dalını ne zaman kafama yerleştirdim, ne zaman elime aldım ve kendime göre hiç düşürmedim, onu bulmaya çalıştım. Yaşım gereği, kendi inisiyatifim dışında yaşadığım, çocukluğumda karşılaştığım anti-gomonist hakaret ve tehditleri saymayacağım, bilinçlenmeye başladığımdan itibaren yaşadıklarıma gideceğim.
Sanırım ilk zeytin dalını 12 Mart 1971 darbesiyle beraber hissettim. Babam içeri alınmıştı ve edebiyat öğretmeni Gültekin Tarı sınıfa girip, bana ve Oktay Kurtböke’nin yeğenine, aynı bugün Erdoğan’ın baktığı gibi bakıp “Hapsedilenlerin hepsi asılmalı” demişti. Yanımda geçtiğimiz yıllarda kaybettiğim Celal Turantekin vardı ve zor zaptetmişti beni Sabri’yle beraber. Ne ilginçtir ki, Celal’le hiç aynı siyasi çizgide olmadık ama bunu 1 kez bile tartışmadan öldüğü güne kadar çok yakın arkadaş olarak kaldık. Çünkü Celal’in de, benim de elimde “Zeytin Dalı” vardı ama bana hakaret eden edebiyatçı, barışın öldürülerek geleceğine inanıyordu.
Aradan aylar geçti, benim hiç öğretmenim olmamış bir İngilizceci “Babası memleketin, oğlu da okulun içine ediyor” demiş benim eski sınıfımda arkadaşlarıma. Eski sınıfım, çünkü ben 1 yıl tökezlemiştim. İşte o kadını zor aldılar elimden, resim öğretmenim Ferruh bey girdi devreye, kendisi Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisiydi ve elinde “Zeytin Dalı” vardı benimki gibi.
Bu olaylarla 13,5 yaşımda İngiltere’ye gittim, elimde bir “Zeytin Dalı” vardı, bir de Denizleri idam eden faşizmin, oligarşinin beni ailemden kopardığı yaşantım.
6 yıl kaldıktan sonra, elimde “Zeytin Dalı”yla 6 bin kişilik bir okulun yönetimine girdim ve Britanya kongresinde bir barış konuşması yaptım yabancı öğrencilere yapılan baskıdan dolayı. Okuluma döndüğümde, 2 gün sonra İngiltere’den sınır dışı edildiğime dair belge çıktı posta kutusundan. Hem de sadece 48 saat vermişlerdi terk etmem için ama bilet alacak param yoktu ve 15 gün sonra terk ettim. Havaalanında pasaportu versem hapse gireceğim 6 ay, ben de “Zeytin Dalı”nı uzattım polise, anlayışla gülümsedi ve pasaportuma mühür vurup gönderdi beni.
Geldim ama “Zeytin Dalı”nı hiç bırakmıyordum elimden ve bildiğiniz gibi 12 Eylül darbesini yaşadık 1980 yılında. Kenan Evren darbeyi “Barış” adına yapmıştı, barış adına işkencehaneler kuruldu, arkadaşlarımıza, Kürtlere bok yedirildi, barış için 17 yaşında bir genç asıldı, kurşuna dizilenler, emniyetten atılanlar, vatandaşlıktan çıkarılanlar oldu, yanlış anlamayın, hepsi barış için yapıldı. Elinde sadece “Zeytin Dalı” olan Barış Derneği yöneticileri hapsedildi ve Melih Tümer, Orhan Apaydın ve Mahmut Dikerdem hapiste kansere yakalanıp yaşamlarını yitirdiler. Kenan Evren de elinde Kur’an, ayetler okuyarak Barış ve Atatürk diyordu.
Ben elimde “Zeytin Dalı”yla Van Kitap Fuarı’nda kitaplarımı imzalarken Gezi Olayları başladı, Erdoğan barış istiyordu ama 8 Alevi genç öldürüldü. Müdahale emrini kendisinin verdiğini açıkladı.
Daha sonra “Zeytin Dalı”yla Diyarbakır Kitap Fuarı’ndaydım ve o sırada Sur’da çocuklar bodrum katında yakılmayı, boğulmayı bekliyorlardı. Erdoğan oraya huzur ve barış getirecekti, o çocuklar öldüler, parçalandılar, onlardan geriye bolca “Zeytin Dalı” kaldı.
Mecliste çoğalmamız gerek dedik arkadaşlarımızla, ellerimizde “Zeytin Dalı”yla miting alanlarına koştuk, yüzde 10’luk barajı önemsemeden, heyecanlıydık ve kazanacağımıza inanıyorduk. Miting alanına bomba atıldı, Kürt çocuklarına oyuncak götüren çocuklar bombalandı, Ankara Garı’nda toplanan gençler bombalandı ve bunlar Erdoğan tarafından barış için yapılıyordu.
Ellerimizdeki “Zeytin Dalı”nı attık sandıklara ve Erdoğan hükümetini devirdik. Olmadı, beğenmedi, bir daha yapacağız seçimi diye kendi başına karar verdi. Yine girdik meclise, hem de hileye karşın girdik.
Benim elimde “Zeytin Dalı” vardı ve o başkanlık diyordu. Yasayı çıkardı ama seçimi kaybedeceğini anladı. Şimdi seçimle kazanamayacağını anladı ya, Suriye Kürtlerine savaş açtı. Benim elimde “Zeytin Dalı” var ve ben şu an bunu ne yapacağımı düşünüyorum. En iyisi ikiye böldüm, yarısını bu savaşta ilk ölen 7 yaşındaki çocuğun başucuna, diğerini de ilk ölen askerin başucuna koydum. Bende onlardan daha çok Erdoğan…