17 Aralık soruşturmasının üçüncü yaşına, sancılı bir ekonomik kriz
eşliğinde giriyoruz. Erdoğan bu krizi de faiz lobisi, üst akıl, dış güçler veya
paralele bağlayarak başarısızlığını savuşturmaya çalışsa da, krizin kötü
politikalar sebebiyle patladığı akıl sahibi herkesin malumu.
Bugün yaşadığımız bu
krizin nasıl göstere göstere geldiğini anlamanın yolu ‘Zarrab Ekonomi Modeli’ni
anlamaktan geçiyor.17-25 Aralık soruşturmalarının ortaya çıkardığı en büyük
gerçeklik ‘yolsuzluk ekonomisi’ idi. Bu soruşturmalar sadece rüşvetin değil, bu
rüşvet çarkı sebebiyle devletin nasıl zarara uğratıldığının ve ekonominin nasıl
bir tehlikeye sokulduğunun fotoğrafını da çekiyordu.
RUSYA’YA AKAN DÖVİZLER
Soruşturmaların ortaya
çıkardıklarını ve arka planını birlikte okuyalım isterseniz.Reza Zarrab ve ekibi
İran’a altın gönderme işinden önce o dönem nakit kıtlığı çeken Rusya
bankalarına nakit döviz taşımacılığı yapıyordu. Bu sistemde Türkiye’de kurulan
10 farklı paravan firmanın hesaplarına, yurtdışından yüklü miktarlarda döviz
transfer edilip, Türk bankalarından nakit döviz olarak çekiliyordu. Tabi bu
işlemler için naylon faturalar kullanılıyordu, yani ortada memleket lehine bir
ticaret falan yoktu.Daha sonra nakit
dövizler bavullar içerisinde ‘şirinler’ denilen 20’şerli kurye metoduyla hava
yoluyla Rusya’ya taşınıyordu. Dövizler Rusya’daki bankalara binde 2-3
komisyonla satılıp, direkt veya transit olarak tekrar Türkiye’deki paravan
şirketlerin hesaplarına transfer ediliyor, paralar tekrar nakit olarak çekilip
tekrar Rusya’ya götürülüyordu. Bu döngü haftada 2-3 sefer olmak üzere 2 yıl
boyunca devam etmişti. Ortada Türkiye lehine bir ihracat yoktu ama Türkiye ile
Rusya arasında nakit döviz pompalanıyordu.
Meblağa gelince:
‘Zarrab’ın şirinleri’ Moskova havalimanında yakalandıkları bir seferde
valizlerinden 150 Milyon Dolar çıkmıştı. İktidara yakın Yeni Şafak Gazetesi’nin
17 Aralık’tan önce bu konuyla ilgili “Türk-Leaks” manşetliyle verdiği habere
göre bu 10 paravan firmadan sadece 2’si üzerinden 10 aylık zaman diliminde
aktarılan meblağ 6,2 Milyar Euro civarıydı.
RÜŞVET ÇARKI NEREDE?
Erdoğan’ın, dolar
fırlayınca döviz kıtlığına vatandaşın doları satması çare olsun diye başlattığı
#bozdoları kampanyasıyla bir haftada bozdurulan meblağ 146 Milyon Dolar!
Zarrab’ın reel bir ticarete dayanmaksızın Türkiye’den Rusya’ya 2 yıl boyunca
pompaladığı nakit dövizin yanında ‘çerez parası’ bile değil! Bir sevkiyattan
bile az.
Peki “yolsuzluk” bunun
neresinde? Paravan firmaların hayali ihracata dayalı transferler için
kullandıkları banka, Damat Berat Albayrak’ın o dönem CEO’su olduğu Çalık
Holding’e ait Aktif Bank’tı. Hani şu Wikileaks’in de yayınladığı e-postalarda
Egemen Bağış’la sıkı fıkı olan damat… Dosyada Zarrab, Bağış’la randevulaşır ve
ardından adamı Happani’ye; “500 bin Dolar hazırlat … Aktif ile alakalı …
Ayakkabı al koy içine … Ortaköy’e yollatsan” der. Kısa bir süre sonra Zarrab
içinde 500 bin Dolar olan ayakkabı kutusunu adamının gönderdiği kuryeden alır,
AB Bakanlığı’nın Ortaköy ofisine girer, kutusuz çıkar!
ALTIN OPERASYONLARI
Mart 2012 – Temmuz
2013 arası, İran’ın Türkiye’deki rezervlerini altın ihracatıyla İran’a taşıma
işlerini Zarrab gerçekleştiriyordu. Zarrab bu dönen paradan komisyon alıyordu.
Kamuoyunun halen çözemediği bir gerçeği açıklamakta fayda var: Altın ihracatına
konu bu para BOTAŞ ve TÜPRAŞ’ın petrol karşılığı İran Merkez Bankası’nın Halk
Bank’taki hesabına ödemiş olduğu, yani aktarma tasarrufu Türkiye’nin sorunu
olmaktan çıkmış bir paradır.
Türkiye yükümlülüğünü
yerine getirmiş, petrol borcunu ödemiştir. Artık bu paranın İran’a aktarımı
İran’ın kendi problemidir. Normal şartlarda İran’ın problemi olan bu durum,
Türkiye için fırsat olması gerekir. Türkiye’nin milli ve ekonomik menfaati
açısından yapması gereken tek şey ambargoyu fırsata çevirerek bu paranın İran’a
aktarımını Türk ekonomisi açısından marjinal fayda sağlayacak işlemlere
kanalize etmektir.
Ancak İran’a, yerli ve
milli üretimimiz olan, vergisi de olan, yüzde 100-200 gibi hatta daha yüksek
kârlılığı olan, katma değeri olan, piyasada birçok vatandaşımıza kazanç
sağlayacak ihracat kalemlerini şart koşmak varken, 25 Milyar TL tutarındaki bu
paranın vergisi olmayan, İsviçre menşeli ve kârlılığı binde 1 anca olan altın
ihracatı ile aktarılmasına seyirci kalınmıştır. Paranın bu yöntemle aktarılması
İran için en kolay ve en kârlı, Türkiye için ise en kârsız yöntemdir.
YOLSUZLUK BUNUN
NERESİNDE?
İran’a altın
pompaladığımız tarihleri ve Suriye’deki savaşı birlikte ele alın, akabinde
savaş coğrafyasında paranın her an kâğıt, altının da her şey olabileceğini bir
kenara yazın, yanına da bugün sadece doların değil altının da ateşini
düşüremediğimizi, çünkü altını da dolarla aldığımızı koyun ve toplayın… İşte bu
bir ‘yolsuzluk ekonomisi’dir ve kriz peydahlar.Peki, ‘yolsuzluk’
bunun neresinde? 17 Aralık dosyası, 25 Milyar TL’nin ülkemize gerçek anlamda
katkı sağlayacak ihracat kalemleri yerine altın ihracatıyla İran’a aktarılması
karşılığında Zafer Çağlayan ve Süleyman Aslan’a binde 5 ve 4 oranlarında rüşvet
verildiğini gayet açık delillerle ortaya koymuş bulunmakta.
Yolsuzluk iddialarını
örtemeyenlerin uydurduğu en büyük yalan, Zarrab’ın altın ihracatıyla cari açığı
kapattığı ve madalya takılası bir işadamı olduğudur. Gerçek ise şudur: İran ve
Dubai, Türk menşeli değil İsviçre menşeli altını kabul ediyordu. Zarrab’ın bu
sisteminde altın uluslararası piyasalardan temin edilip önce Türkiye’ye,
ardından İran’a taşınıyordu. 2011, 2012 ve 2013 TUİK istatistiklerine
bakıldığında görülecektir ki Türkiye’ye öncelikle ithalat gerçekleşmiş sonra
Türkiye’den ihracat gerçekleşmiştir.Kısacası İran’a ihraç
edilen altınlar, İran’a göndermek üzere Türkiye’nin ithal ettiği altınlardı.
Diğer yandan Türkiye’den İran’a altın ihracatı devam ederken piyasadaki İsviçre
altını tükendikçe ‘talep’ oluşuyor ve bu ‘arz’a dönüşerek Türkiye tekrar altın
ithal ediyordu. Yani Zarrab’ın altın ihracatı yöntemi, aylık olarak cari açık
üzerinde değişkenlik gösterse de uzun vadede ithalat ve ihracat eşitlendiğinden
cari açığı etkileyen hiçbir şey olmuyordu.
SİYASİ AHLAKSIZLIK
Bu konunun Türkiye’ye
bakan ‘siyasi ahlaksızlık’ boyutu da vardı. Hükümet bu kısa vadeli altın
ihracatları ile hem kısa dönemler içerisinde cari açığı saklıyor hem de büyüme
oranlarını olduğundan fazla gösteriyordu. AKP, cari açığı azaltmak için
milletin kazanacağı reel ticaret yerine, rüşvetle kendilerinin de nemalandığı
‘Zarrab Ekonomi Modeli’ni benimsemişti. (Ali Babacan hariç diyebiliriz, 17
Aralık öncesinde altının TUİK istatistiklerine ihracat olarak girmesinin reeli
yansıtmadığını ve doğru olmadığını açıklamıştı). Hâlbuki AKP hükümeti
Zarrab’dan otlanmak yerine birazcık milli hareket ederek bu paranın aktarımında
İran’ı, yerli üretimimiz ve yüksek kârlılığı olan kalemlerin ihracatına
zorlasaydı (ki ambargonun mantalitesi de budur zaten) o durumda Türkiye bugün
ekonomik olarak çok daha farklı durumda olurdu.
‘YUKARI’YA GİDEN
PARALAR
Zarrab, bu işler için
sadece Çağlayan ve Aslan’ı değil, ‘Yukarı’yı da beslemişti. 17 Aralık dosyasına
göre Çağlayan ihracat rakamlarını şişirebilmek için Zarrab’tan transferlerin
özellikle altınla yapılmasını istiyor, “Yılsonuna kadar en az 4 milyar dolarlık
altın ihracatı yapmanız lazım” diyor ve bunun dönemin başbakanının talimatı
olduğunu söylüyordu. Zarrab da elemanlarına “Başbakana sözüm var” diyerek altın
ihracatı talimatı veriyordu.
VERGİSİZ PARA AKIŞI
ZORUNLULUĞU
1 Temmuz 2013’ten
sonra altın ihracatı İran’a uygulanan ambargo kapsamına alınarak yasaklanmış ve
bundan sonra söz konusu paranın ancak gıda, ilaç, medikal ve zirai ürünlerin
ihracatı ile aktarılmasına müsaade edilmişti. Bu gelişme Türkiye açısından
kaçırılmayacak bir fırsattı. Düşünsenize, İran’dan satın alınan petrol ve
doğalgaz tutarınca gıda ve ilaç ihraç edileceğini. Söz konusu milyarlarca Euro…
Biz nasıl petrolü İran’dan satın almak durumunda kalıyorsak, onlar da aynı
meblağda tarım ve hayvancılık ürünlerini, ilaçları bizden satın almak durumunda
kalacaklardı. Gıda ve ilaçta kârlılığı, katma değeri, Türk üreticisine,
tüccarına bıraktığı kârı bir düşünün…
Fakat Zarrab’ın
komisyonla para çevirme sistemi tek elden, tek kalemden ve vergisiz kalemden
olması gerekiyordu. Aksi halde zaten Zarrab’a ihtiyaç olmazdı. Gıda ve ilaç
vergiye tabi ürünlerdi. Her şeyden önce Zarrab tüccar değil transfer
komisyoncusuydu. Zarrab’ı devrede tutacak yöntemi Süleyman Aslan buldu: Vergi
ve gümrük rejimine tabi olmayan hayali transit ticaret yöntemine başladılar.
Bu yeni sisteme göre,
Dubai’den İran’a gıda ihraç ediyorlarmış gibi sahte belgeleri Happani üretir,
naylon belgeler Halk Bankası’na sunulur, banka (Aslan ve yardımcısı Atilla) bu
sahte belgeleri bile bile kabul eder, para Halk Bankası’ndan Dubai’ye transfer
edilir, oradan nakit çekilip İran’a gönderilir. Türkiye elindeki bu kadar büyük
parayı sıfır ihracatla ve transit ticaret diye yapılan hayali işlemle elinden
çıkarmış oluyordu.
ŞAHSİ ÇIKARLAR İÇİN
TEPİLER FIRSATLAR
Tayyip Erdoğan’ın
“dövizi bozun, tulumbaya su lazım” söylemleri, ülkenin döviz rezervlerinin
eridiğini ve ihracatın tökezlediği gerçeğini teyit ediyor. Bugünkü bu tablo, o
dönem reel ihracat fırsatlarının şahsi çıkarlar için tepilmesinden
kaynaklandığını söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.Tarım, hayvancılık, ilaç ve
medikal sanayi, tüccar, kısacası Türkiye kazanacakken, Çağlayan’a binde 5,
Aslan’a binde 4 komisyonla paralar sıfır kazançla İran’a gönderilmiş oldu. İşte
o tapeler, Excel’ler, valiz dolusu Eurolar, ayakkabı kutularından fışkırıp
banyo liflerine taşan Dolarlar bu işin ‘yolsuzluk’ boyutuydu. Patlayan bu
lağımı “İmam Hatip yapılacaktı” diye aklamaya çalışmak da pişkinliğin son
noktasıydı.
MODEL HER YERE YAYILDI
Bu yazıda ‘Zarrab
Ekonomi Modeli’ni 17 Aralık özelinde irdelemiş olsak da Tayyip Erdoğan ve
AKP’nin benimsemiş olduğu bu model ülkenin her yerinde ve bütün politikalarında
işlemeye devam ediyor ve bu model ülkeyi günden güne felakete sürüklüyor.‘Yolsuzluk
ekonomisi’ ile ‘ekonomik kriz ve çöküş’ arasındaki işaret ettiğimiz bu ilişkiyi
halen anlamayan varsa, bundan 3-5 sene önce bir TV kanalına “Yolsuzluk olsaydı
bu kadar hastane yapılabilir miydi, ücretsiz tedavi olabilir miydik?” diyen vatandaşın
ülkesi olan Venezuela’nın şu anki içler acısı haline bir baksın…